27 Mart 2013 Çarşamba

''Tarihi Değiştiren Kadınlar'' ... Ali Çimen

okuduktan sonra çok memnun kaldığım bir kitap oldu. ve bence her kadından ziyade
her erkeğin okuması gereken bir kitap. zira okuyunca görüyor ki insan tarihin başlangıcından ortasına, ortasından bugüne ve kuvvetle muhtemel bugünden geleceğe, değişmeyen-değişmeyecek olan ''geri kafalı erkek zihniyeti'' ve ''kadınların sindirilmesi''; böylelikle de ''erkeklerin egemenliklerini-varlıklarını-önde olma arzularını daim kılma çabaları'', ''erkeklerin kadınları önlerinde bir engel olarak görme'' sapıkça düşüncesi her toplumda görülen bir hastalık. bir kadının bir yerlere gelmesi, şaşırtıcı bir vaka, azim ve başarı öyküsü olarak görülüyor. gerçi haklı bir durum bu. çünkü bir kadının, standart bir hayat çizgisinden biraz sapma gösterip kendi çizgisini oluşturma çabası hemen ''kadının kötü yola sapacağı'' varsayımı (ancak altında yatan gerçek nedenle - kadınlara fırsat vermeme ve erkek hegemonyasını devam ettirme çabası- ) ile köstekleniyor. ve ne zaman ki kadın bu fiziksel-psikolojik-ruhsal baskının üzerinden gelebiliyor, ancak o zaman bir şeyler yapmaya başlayabiliyor. tabi ki konumuz feminizm değil. ( gerçi bu ''feminizm'' kelimesi ve düşüncesine insanlar korkuyla ve hatta iğrenerek yaklaşıyorlar ammavelakin içeriği gayet basit ve hiçbir korkutucu yanı yok. ) ama kitabı okuyunca ve günümüz şartlarını, yaşanılanları ve etrafımda cereyan eden olayları görüp, bizatihi de yaşayınca dilimden bunlar döküldü. bu kitap sayesinde tanıdığım fransız yazar ve filozof Simone de Beauvoir' in kadın-erkek ilişkisine dair öyle güzel tespitleri var ki, kitap yanımda olsa altını çizdiğim cümleleri hemen paylaşırdım sizlerle. ama internette arattırınca da yine kitapta yer alan ve beğendiğim “Bu durum kadınların kendilerini normalden sapmış, dışta kalan ve normale ulaşmaya çalışan canlılar gibi algılamalarını sağlayarak onlarını başarılarını sınırlandırmıştır.” sözünü buldum. zannımca bu cümle bile -anlayana- çok şey izah ediyor. 

böylece kitaptan aklımda kalan isimlerden olan Simone de Beauvoir ile başlamış oldum anlatmaya. ünlü filozof jean paul sartre ile dillere destan bir aşk yaşamışlar. Simone de Beauvoir, Sartre' ın ölümünün ardından yine öyle güzel mantıklı cümleler kurmuş ki, insan ölümü gözünde çok büyütmemek gerektiğini anlıyor, olaya gerçekçi yaklaşıyor ve ölenin ardından kendine acımanın ne kadar gereksiz olduğunu görüyor.

çabucak ikinci isme geçeyim. aslında kitabın tanıtımına Eva Peron ile başlamaktı niyetim ama yazı, farklı yerlere götürdü düşüncelerimi. neyse, gelelim Eva Peron' a... bi defa çok güzel bi kadın. Arjantin' in en güzel first lady'si olmuş bence. ve çok akılcıl politikalar yürütmüş. halkın kendisine duyduğu sevgiyle, eşinin dahi önüne geçmiş. kendine has bir tarz geliştirmiş ve halkının -özellikle de fakir halkının- yanında yer almış, aynı dili konuşmuş. çünkü zaten kendisi farkir bir aileden geliyormuş. yani nereden geldiğini unutmamış ve geçmişine sahip çıkmış. kendi geçtiği yolları arşınlayanlara da destek çıkmış. halkı ona ''Evita'' lakabını takmışlar; yani ''Küçük Eva''. Zira eşiyle arasında 20 küsür yaş farkı vardı.bir nevi ''eşinin kızı'' idi. Eva Peron,  neredeyse devlet içinde devlet kuracak derecede sevilmiş, taraftar toplamış. eşi de tabi ki bu durumdan istifade etmiş; kendi adına oy toplamak ve iktidarını sürdürmek için. Eva' ya ''Cumhurbaşkanı Yardımcısı'' olması için yoğun istek ve baskı yapılınca, Benim Küçük Evam çok hoşuma giden bir davranış sergileyerek ''Ben, halkımın isteklerini Cumhurbaşkanına ileten bir aracı olarak kalmayı tercih ediyorum.'' demiş ve ileride muhtemelen eşi olan cumhurbaşkanının da önüne geçme ihtimalini bertaraf etmiş. ve bence asıl bu davranışıyla kahraman olmayı başarmış. niyetinin makam ve iktidar değil; eşinin yanında yer alarak halkına kulak vermek olduğunu göstermiş. bu arada Eva, eşi ile tanışmadan evvel fakir bir tiyatro sanatçısı iken, beraber yemek yediği diğer tiyatro çalışanları ile masasına, tiyatronun as oyuncusunu davet edip de as sanatçıdan aldığı ''ben, sizinle yemem; kendi üst sınıfıma ait insanlarla aynı masada otururum.'' yanıtını unutmamış ve devletin başına geçtiğinde ilk icraatlerinden biri bu as sanatçıyı Meksika' ya sürdürtmek olmuş. hoşuma gitmedi değil hani ;) demek ki neymiş, geleceğin ne getireceğini bilemeyeceğin için kimseyi küçümsemeyecekmişsin :) Eva' nın halkın gözünde kahraman olmasının yanı sıra kutsal bir yer de edinmesinin sebebi; genç yaşta ve icraatlerinin, kendisine duyulan sevginin zirvesinde iken kanser sebebiyle 30 küsür gibi genç bi yaşta hayata veda etmesi. şuna üzüldüm ki, Eva' nın halk tarafından bu derece çok sevilmesi askeriyenin işine gelmemiş ve cesedine olmadık işler yapılmış. burda da devreye yine ''erkeklerin bastırılmış kendini büyük görme'' acizliği giriyor. canlısını bertaraf edemedik, bari ölüsüne çektirelim demişler. 
 
 bu arada Eva' nın hayatını konu alan bir sürü film yapılmak istenmiş yıllarca ama projeler hayata geçirilememiş. nihayetinde ise Madonna' nın canlandırdığı Eva karakteri ile film çekilmiş. şunu bilmiyordum ki ''Don' t Cry For Me Argentina'' şarkısı, Eva' nın ağzından halka yazılmış. Filmde de zaten şarkıyı Madonna söylüyor. klibi izleyince göreceksiniz ki Madonna' ya bu karakter cuk oturmuş. kenardan köşeden yakışıklı esmer Antonio görünüyor :)
 
 
gelelim kitaptan aklımda kalan bir diğer kadına: Benazir Butto.
Müslüman dünyasının ve Pakistan' ın ilk kadın başbakanı. aklımda kalanlar; Butto ailesinin hakikaten siyasetten-iktidardan vaz geçmeyerek kendi yaşamlarından vaz geçmiş oldukları. baba Butto, kızı Butto, oğul Butto, torun Butto... hepsi de ya aşırı ülke sevgilerinden ya gereksiz hırs yapmalarından ötürü suikaste kurban gitmiş. Benazir Butto, baba Butto, Oxford, Cambridge, Harvard gibi en iyi üniversitelerde en iyi eğitimleri derecelerle bitirmişler. Butto suikastini hatırlarsınız. 2007 yılının Aralık ayında gerçekleşmişti ve TV' de canlı canlı izlemiş, tarihe tanıklık etmiştik. Benim hafızamda yer eden ve beni üzen olaylardan biridir. Benazir Butto' ya bir röportajında sorulmuş: ''Suikasta uğramaktan korkmuyor musunuz?'' Yanıtı: ''Korkuyorum.'' olmuş ve korktuğu da başına gelmiş. Üzüldüm. yazık oldu böyle bir beyine. sanki B.Butto' dan sonra Pakistan şaha kalktı da!!!


kitaptaki bir diğer kadın karakter: Indira Gandhi. Hindistan' ın
 ilk kadın başbakanı.
Sima çok aşina değil mi? Simalar çok tanıdık da, ben Butto ile Gandhi' yi, kim hangi ülkenin başındaydı; hangisi Müslümandı; hangisi ilk kadın başbakandı; kim daha önce başbakan oldu hep karıştırmışımdır desem beni ayıplamazsınız di mi? Durum böyle idi. Ta ki bu kitabı okuyup bilgileri içime sindirene dek! O nedenle diyorum ki hızımı kesmeyeyim ve başka bir dünya tarihi-olayları-kişileri kitabına geçeyim. neyse... Soyadından ötürü I.Gandhi ile Mahatma Gandhi arasında hep baba-kız ilişkisi kurmuşumdur. Aslını isterseniz asıl kafa karışıklığım da hep bu noktada başlamıştır; hangi isim baba, hangi isim kız; Indira mı Mahatma mı? :) yahu hiç gerek yokmuş bu kafa karışıklığına. çok  basitmiş. şöyle ki; efsanevi Hintli lider Mahatma sadece efsanevi Hintli lider imiş. Indira  onun kızı değilmiş, aralarında da bir bağ yokmuş. (yahu her Özkan soy adlı erkek benim babam mı oluyor sanki?! :) ) saaaadece Indra' nın çocukluğunda, Mahatma Gandhi' nin hasta yatağında beraber çekilmiş fotoğrafları varmış. Indira ''Gandhi'' soy adını, eşinden ötürü almış. olay bundan ibaretmiş! geçelim asıl mevzuya, Kahramanımız Indra, Hindistan' ın ilk kadın başbakanı. ülkesinde çok ciddi atılımların olmasını, teknolojik ve atom enerjisi güçleri bakımından gelişmesini sağlamış bir isim. kitapta Indra için ''maması siyaset olan bebek'' diyor. çok güzel bir benzetme olmuş. zira evinde siyasetle yatılıp siyasetle kalkılıyor. e boş yere çekilmedi herhalde o fotoğraf Mahatma Gandhi ile... zaten kadının babası, Hindistan' ın ilk başbakanı yahu, ne diyorum ben! Indira ile evvelden tanışıklığım ''Shantaram'' kitabından (benim kıymetli Shantaramım!). suikastına yer veriliyordu Shantaram' da. ordan aklımda yer etmişti. (işte kitap okumanın faydaları! elin burun kıvırdığı roman olan Shantaram -veya herhangi bir roman- bir olaya dair öyle bir cümle içerir ki ömrübillah aklından çıkmaz da evvelde okudukların halt eder yanında.) Indira' yı ölüme götüren, ülkesinde ciddi bir çoğunluğa sahip olan ve özellikle Pencap eyaletinin çoğunluğunu oluşturan Sihler oldu. Eylül 1981' de Sih militanlar, kendi kutsal mekanları olan Altın Mabed(Golden Temple) ve etrafındaki bölgeleri ele geçirince, Indira, mabette o sırada hac görevini yerine getiren sivillerin yaşamını önemsemeyerek sırf Sih lider ele geçirilsin diye orduya saldırı emri verdi. ''Mavi Yıldız'' adı verilen opersayon neticesinde 73 asker, 492 Sih militanı ama çok sayıda da sivil öldü. bu yanlış kararı, Indira'ya diş bileyenlerin  nefretini ve harekete geçme isteğini artırdı. çevresindekilerin uyarılarına rağmen Sih korumalarını değiştirmeyen, onlara güvendiğini belirten Indira, 1984 yılında, bir TV çekimi öncesi, Sihli 2 yakın korumasının 33 kurşunuyla can verdi. hazin ve düşündürücü...

ne dadlı yazıyom; de mi?
böyle okudukça aklınızda daha iyi kalıyo; de mi?
ama ben yoruldum Valla.

aslında Rosa Parks' tan da bahsetmek isterim. tek bir cümlesi ve
eylemi ile zencilere uygulanan aşağılayıcı kural-kanun-davranışları kaldırmaya muktedir olmuş bir isim. 50 sene öncesinin Avrupa ve Amerikasında siyahi insanlara yapılan akıl almaz ayrımcı, insandan aşağı duruma düşüren politikaları okuyunca ''len siz mi bize medeniyet öğreteceksiniz?! sizin birliğinizden ne olur?!'' diye çığırıverdim içimde.


kitapta böyle böyle 30 kadından bahsediyor.
klopatrasından tut, Hz. Asiye' ye; Margıret Teçırdan Hz. Meryem' e; uzaya ilk gönderilen kadınından, uçakla ilk uçup erkeklerin rekorlarını hiç edenlere; Çin' in ünlü lideri Mao' nun ''bana kimi ısır dediyse onu ısırdım.'' saçmasalak cümlesini kuran karısına; Rahibe Teresa' dan F.Naytingeyl'e... 30 adet okunası, ders alınası, öğrenilesi kadın var. Haaa Kösem Sultanla Hürrem Sultanı da unutmamalı. Nasıl kızdım okurken bu ikisine, hem de nasıl...

kitap güzeldi.
devamı gelsin yine alır okurum.
kitaba sırf kadınsal içeriğinden değil, tarihin süzgecinden geçirilmiş olaylar gözüyle de bakabilirsiniz.
kültürel anlamda katkısı çok olan bir kitap.
kısmet olursa tekrar okuyup iyice pekiştireceğim.
ali çimen' in ''tarihi değiştirenler serisi''nde yer alan diğer 10 kitabı da alıp, genel kültürümde ve kütüphanemde yer bulmaları niyetindeyim.

dünkü yazımda dediğim gibi,

SÖZ KONUSU KİTAPLARSA, GERİSİ TEFERRUATTIR!

26 Mart 2013 Salı

Özgürüm Millet!


Hepinize Selamlarım Olsun.

Hani bu yazımda Pazar Pazar Çalışıyorum diye veryansın ediyordum ya, o yoğunluğu atlattık çok şükür.

Ofiscek düze çıktık yani.

O boy boy klasörler teslim edildi ve başvurular bitti.

Derkeeeen bugün aldığımız bir habere göre başvuru tarihi 2 gün daha uzatılmış.

Annem hep şöyle der sinirlenince: ''E  be kardeşim! E be kardeşim!''

Şimdi aynısını ben söylüyorum: E be kardeşim; madem süreyi uzatacaktınız, bunu son başvuru tarihi gününden önce veya son başvuru tarihinde söyleseniz olmaz mı?! Sürenin bitiminden 1 gün sonra bildiri yapmak da ne oluyor?!

Harala gürele çalışarak işlerimizi alnımızın teriyle tamamladık çok şükür.

Ama bir şey söyleyeyim mi? Akşamları çalışmak zevkli oluyor veya Pazar günleri. Neden diyecek olursanız; akşam 6' dan sonra veya caaanım tatil günü Pazar; ofis telefonları çalmıyor, ofise kimse gelmiyor; biz emekçiler sessiz sakin çalışabiliyoruz. Habire birilerine açıklama yapmak, telefonlarda kalmak, vakit öldürmek durumunda kalmıyoruz. İlerleyen saatlerde çalışmanın bir diğer güzel yanı  ise ofise sipariş edilen yemekler ve çalışmanın göbeğinde iken ''yemeeeek!'' nidasıyla mutfağa doluşup hep beraber, yorgun ama mutlu halde yemek yemek. O arada projeler, firmalar, kabul görme yüzdeleri, eksik evraklar, şahsi konular üzerine konuşmak.

Çalışmak güzel şey vesselam. Bu, dışarıdaki iş olur, evdeki iş olur, hobi olur, kitap okumak olur, bir çocukla ilgilenmek olur. Çalışmak veya da şöyle söyleyeyim, boş durmamak güzel şey.

Eve gider gitmez yaptığım tek şey yatmak ve yatağın içinde kitap okumak oldu. Böylece elimdeki ''Tarihi Değiştiren Kadınlar'' kitabını bitirdim.

Sıradaki kitabıma karar veremedim. Salih Gülen' in ''Tahtın Kudretli Misafirleri-Osmanlı Padişahları'' kitabını okumayı çok istiyorum. Lakin ansiklopedik boyuttaki bu çalışmayı çantamda taşımam zor. Bu nedenle yanımda taşıyabileceğim ince bir kitap olsun niyetine, Cezmi Ersöz' ün ''Bana Türkçe Bir Ekmek Ver'' isimli öykü kitabını yanıma aldım. Evde de Osmanlı Padişahlarını okurum dedim ama hiç tarzım değildir aynı anda bir kaç kitap okumak. Tek konuya, sağlam kafayla yoğunlaşmayı sevenlerdenim. Bakalım aradaki dengeyi nasıl kuracağım... Bu arada ''Tarihi Değiştiren Kadınlar'' kitabı tarihten de notlar içerdiği için ve beynim tarih konusunda kıvamına gelmişken bir süre daha tarih kitaplarına yoğunlaşayım ki beynimde iyice yer etsinler istiyorum. Mesela ''Abdülhamit' in Kurtlarla Dansı'' nın 2 kitabını da okuyayım diyorum. Ama bir yandan da Kitap Fuarından aldığım kitapları bitireyim diyorum. Farkında mısınız, kitaplar söz konusu olunca nasıl da hayaller kurma, plan-program yapma gayreti gösteriyorum.

SÖZ KONUSU KİTAPLARSA, GERİSİ TEFERRUATTIR!

Yazımın konusu ne iken nereye geldim.

Sevgilerimle ;)


22 Mart 2013 Cuma

HAYIRLI CUMALARIMIZ OLSUN



SELAMLAR OLSUN,
HAYIRLAR OLSUN,
GÜZELLİKLER OLSUN,

HEPİMİZİN MÜBAREK CUMA GÜNÜ KUTLU OLSUN.

HANİ BU YAZIMDA ÇOK YOĞUN OLDUĞUMU SÖYLEMİŞTİM YA, HALEN ÇOK YOĞUNUM. 
LAKİN BUGÜNÜN CUMA OLMASINA İSTİNADEN YAZMAK İSTEDİM.

SİZ DE BENİM İÇİN HAYIR DUALARINIZI VE SEVGİLERİNİZİ YOLLAYIN, OLUR MU?..

HEPİNİZİ SEVİYORUM!

BU ŞARKIYI YENİ KEŞFETTİM.     ÇOK ÇOK ÇOK HOŞUMA GİTTİ.
NASIL BİR SES TONU, NASIL NAZİK, NASIL DUYGULU BİR SÖYLEYİŞTİR BU.

SELAMETLE,
SAYGIYLA,
HOŞ GÖRÜYLE...



18 Mart 2013 Pazartesi

''Efsane-Bir Barbaros Romanı'' - İskender Pala


Kendini okutturan bir kitap.
Ferah ferah, geniş geniş, merak uyandırarak ama yormayarak kendini okutturan bir kitap.

Sayfalar çevirildikçe, bölümler atlandıkça şöyle bir durup tebessüm ettiren, düşündüren bir kitap.

''Peleng-i Derya'' Barbaros Hayrettin Paşa' dan hareketle başlayan,
ama sonra Billure ile Saint Alcala' nın aşkıyla devam eden,

denizlerdeki hakimiyet arzusuyla,
iki Aşık' ın kavuşma arzusunu iç içe geçirerek anlatan,

içinde bolca deniz terimi geçmesine rağmen bunaltmayan,
anlaşılır olduğu kadar edebi,
saf olduğu kadar da süslü dili olan bir kitap.

Tarihi olayları bu şekilde okudukça hafızada daha iyi yer ediyor.
Bir yerlerde konuşulunca, ''ben de biliyorum'' diyor insan.

Kitaplığınızda kütüphanenizde yer etmesi gereken bir kitap.

İskender Pala' nın her zamanki naif ama kudretli anlatımı yine kendini hissettirdi.

( Hamiş 1: kitabın arka kısmında deniz terimleri için ''gemici dili'' sözlüğü var.
ama ben bu sözlüğe bir iki sözcük dışında hiç ihtiyaç duymadım.
çünkü kitabın dili öyle akıcı ki, bilmediğim terimleri biliyormuş gibi okuyabildim. 
Ayrıca kitabın arka kısmında, söz konusu olayların geçtiği yerleri gösteren şirin bir de harita var. )

( Hamiş 2: bitirdiğim bu kitapla beraber burada yer alan kitaplardan dört tanesini okumuş oldum.
sırada ''Tarihi Değiştiren Kadınlar'' var, soldan altıncı. )


Hadi Kalalım Sağlıkla!..

17 Mart 2013 Pazar

Pazar Pazar Bu Haldey(d)im....

yorgunum pıtırcık,
bu, 'felsefik' bir yorgunluk değil
bildiğin yorgunum yahu!
derin bi anlam arama
tamamen fiziki bir yorgunluk.
sebep, işimde yumurtanın dayandığı dönemlerden birine daha girmiş olmamız.
mesela bugün pazar di mi?
özel sektörde c.tesileri çalışıyor olsam bile pazar günü tatil yapmalıyım, di mi?
ama ben bugün de çalıştım!
akşam 18:30' a kadar.
hayır yani pazar akşamı 18:30' u gözünde büyütme,
''ay yazık kızaaaa'' deme,
bugünümü de arayacağımı biliyorum.
mecazi anlamda değil, bizatihi kendi-gerçek- anlamında!
7 gündür kesintisiz, speedy gonzales temposunda çalışıyorum.
buna 7 gün+1 gün de eklenecek ve rölantiye alacağız, (inşallah).
ölmez de sağ kalırsam yani.
çünkü, bu yoğunluk sadece yorgunluk yaratmakla kalmıyor,
''benim naçiz vücudum elbet bir gün hasta olacaktır'' gerçeğiyle beni yüzleştiriyor.
eve geldiğimden beri yatıyorum.
kamyon çarpmış gibi her yerim sızım sızım sızlıyor,
özellikle de eklem yerlerim zonkluyor.
iki ilaç,
bir limon,
iki limonata,
gün boyunca korunma yöntemlerimdi.
yarına Allah kerim.

bak bunlar ctesi günü masamın ve olay mahallinin fotoğrafları:







aşağıdaki fotoğraflar ise bugüne ait:



klasör sayım gayet iç açıcı, di mi?
abartıyor muymuşum şimdi sen söyle...


15 Mart 2013 Cuma

demek ki neymiş? camlar da açık olmalıymış!

çok yoğun ve yorucu bir iş günü,
masadan kalkamamacasına çalışma,
masamın üzerini ancak mesai bitiminden 1 saat sonra -belki- temizleyebilme
...
ayrıca yaşanan can sıkıcı, moral bozucu, güçten düşürücü olaylar
...
yarım saat evveline kadar berbat hissediyordum pıtırcık.

günün yorgunluğunu ofis camımın önünde derin bir nefes alarak yok edip eve yollanacakken
müzik sesi işittim, dahası birileri de şarkılar söylüyordu.

hahhaaaaaay
bak nasıl da el çırpmaya başladılar :)
ve ben nasıl da keyiflendim! :)
şu an şu çalıyor:


sizin keyfinizi, sesinizi, neşenizi yirim!!!!!
gidip aralarına karışayım mı?
filmlerdeki gibi pat diye salona girip bir anda herkesle canciğer kuzu sarması olayım mı? :)



ama üzerimde mavi bir elbise omalı, beyaz puantiyeli,
saçlarımın uçları bukle bukle olmalı ve kurdeleyle bağlı olmalı arkadan.

sizin baterinizi yirim!
o şen şakrak kızların bağıra çağıra şarkı söyleyişi
erkeklerin tempo tutuşları ne hoş ne canlı
ay ne keyifliler bi duysanız :)

sağ olun var olun canlar!

ve çalar:



dur şunu da dinleyeyim, bir sonraki şarkı neymiş derken
yarım saatim cam önünde geçti :)

veeee işte beklediğim an geldi,
kısacık doğum günü müziğiyle olay bağlandı :)



benim bildiğim ofisimin yakininde böyle bir mekan yoktu,
hangi ara açıldı?
kimdir bunlar?
şu yoğun ve geceleyeceğim iş günlerinde de benim için çalarlar mı?

ay dur koptu olay!

başka şeyler yazmaktı niyetim, cümlelerim karman çorman oldu :)
hep edebi cümlelerle yazayım istiyorum,
yazmaya başlayınca ben oluyorum :)

''sevmek için yaratılmış gözlerde yaşlar niye???? niye ha niye?''

ay onlar gibi bağıra çağıra şarkı söyleyip deşarj olmak isterdim şimdi.

şebnem ferah diyor ya ''her gün güneş doğar/yeter ki açık olsun perdeler'' diye;
ben de yetmez diyorum ve ekliyorum:


PERDELERİN AÇIK OLMASI YETMEZ / CAM DA AÇIK OLMALI! ;)

Hayırlı Geçsin Cumamız...


cümleten, bütün dünya ve insanlık ve hayvanat ve nebatat olarak hayırlı geçsin cumamız temennisindeyim.
aynen yukarıdaki kalp gibi insanoğlunun kalbinin içinde her renk var.
gün gelir fettan
gün gelir melek
gün gelir anlayışlı
gün gelir çekilmez
gün gelir biricik
gün gelir yok olası
gün gelir senli benli
gün gelir sizli bizli
gün gelir insan
gün gelir insan gibi insan
.
.
.
.
ve çoğaltılabilir.
neyse, sabah sabah felsefeye hacet yoook.

HAYIRLI CUMALAAAAAAAR diyelim.

Ne Denmiş? SEVELİM SEVİLELİM, BU DÜNYA KİMSEYE KALMAZ.

haa sabah haberlerinde dinledim de yeni seçilen PAPA FRANCIS kardinallerine şaka yapmış.
''beni seçtiğiniz için Tanrı sizi affetsin'' demiş.
buna şaka diyorlarsa ve bu PAPA bu cümle ile şakacı olarak adlandırılıyorsa yazık o şapellerde ömür tüketenlere :)

SENİ ŞAKACI SENİİİİİİİ :D



14 Mart 2013 Perşembe

ne istiyorum biliyo musun pıtırcık?

ne istiyorum biliyo musun pıtırcık?
rengarenk, desen desen, model model, çeşit çeşit kupam-fincanım-bardağım olsun istiyorum.
mümkünse haftanın her günü farklı birini kullanayım.
o günkü psikolojim hangisini yakın buluyorsa kendine o kupadan çayımı, suyumu, içeceğimi içeyim.
masamın üzerinde durdukça da içim açılsın,
elime yakışsın,
bana enerji versin istiyorum.













bir de rengarenk kalemlerim olsun istiyorum.
dolmasından kurşununa, pilotundan fosforlusuna,
çocuksu olanından en ağır abla gösterecek olanına.
her firmanın adını farklı renkle yazayım.
sevdiğim firma ise yeşil-pembe-turuncu
gıcık olduysam siyak-kırmızı-mor-kahverengi.
hem böylece ajandamda, listelerimde daha kolay bulurum firmaları :)







oldum olası sevmişimdir kırtasiye eşyalarını.
ee bayan olmamdan ötürü de mutfak eşyalarına ilgiliyim.

bu iki alternatif benim istediğim gibi olsun
bana yeter de artar.

Vanilya Tadında Sabahlarınız Olsuuuun :)


Hamdların en büyüğü Yüce Rabbimize!
Ne kadar şükür etsek az, verdiği nimetlere!
Çok çok çok güzel ''şey''lerle donatmış dünyayı,
bir de siz düşünün Cennetini :)

HEPİNİZE KOCCAMAAAAN GÜNAYDINNN! 
GÜLÜMSEYİN BAKİYİM :)

Mutluluk nedir bilir misin Pıtırcık?
Sabah demlediğin çayın kokusudur, burnunu ve mutfağı dolduran.
Çaydanlıktan çıkan buhar, camda buğu oluşturur, odanın havası nemlenir, insanın üzerine rehavet çöker.

Mutluluk nedir bilir misin Pıtırcık?
Kabuğunu soyar soymaz bütün eve ferahlığı dolan, iştah açan salatalığın kokusudur,
ve ilk dilimlediğin salatalığı ağzına atar atmaz dilinde hissettiğin tazeliktir.

Küçük mutfak masanda küçük radyonun ve bir bardağa konulmuş küçük çiçeklerinin görüntüsüdür.

Sabah erken kalkıp camdan bakıp insanların senden çook önce kalktığını görmektir.

Anneye, kardeşe sevgi dolu notlar bırakıp evden çıkmaktır.

Güneşin ışığıyla ısınmaktır ve enerji dolmaktır.

Baharın-yazın geldiğini, dallardaki rengarenk çiçeklerle görmektir.

Bu duygularını insanlarla paylaşma hevesi duymaktır.

Kuş cıvıltıları duymaktır(aynen şu an olduğu gibi).

Çalışmaktır(birazdan yapacağım gibi ;) ).

Beyaz bir arabanın üzerinde şeker pembesi rengiyle ve çok güzel karakterlerle yazılmış ''Vanilya Pastacılık'' yazsını görüp, iş sahibinin bir kadın olduğunu ve o kadının kendin olduğunu hayal etmektir.

vanilya çiçeği olur kendileri.






Aldığın gazetede bu yakışıklının (Kıvanç) ve bu pozitifin-sempatiğin(İlker) fotoğraflarını yan yana görmektir(Akbank reklamlarında beraber oynayacaklarmış. Merakla bekleyeceğim.)

Elhamdülillah ki güne böyle güzel başladım.
İnşaallah sizler için de aynısı geçerlidir.
Eğer öyle değilse benden size milyonlarca öpücük ve kalp kalp kalp :)

13 Mart 2013 Çarşamba

sen nelere kadirsin A4!..



Fotoğraftaki abla, içimdeki çığlığın dışa vurumudur!

son zamanlarda iş yoğunluğum arttı ve her iş yoğunluğum arttığında olduğu gibi benim de A4' lerle münasebetim arttı.

parmağımı ıslatıp(tükürüklemek demek en doğrusu aslında :) ) kağıt ayırmaktan dilimin ucunun yara olduğu (sanırım mikrop kapıyorum :) )dönemdeyim.

yazıcı sesi duymaktan, hiç bir elektrikli cihaz sesine tahammül edemediğim (şu an çalışan çamaşır makinesi sesine ifrit olmam gibi),

kağıdı sürekli sıkıştıran fotokopi makinesi sayesinde ince gazeller(!) okumayı öğrendiğim bir dönem.

hal böyle olunca değişiklik arıyor insan. (sanırsın ki bu yazıyı yazan kişi, hayatında köklü değişiklik yapacak!)

yeni kağıt almak için paketi açtığımda ''yakaya benzedi ayol bu'' dedim kendi kendime ve yaratıcı-sanatçı belleğim devreye girdi. internetten çıktısını aldığım kadın kafasıyla kombine bi model oluşturdum.

bi şey söyleyeyim mi?
5 dakikamı alan yukarıdaki olay, bana öööyle iyi geldi öööyle iyi geldi ki!
aynen üniversite yıllarımda ne okulun uzamasını ne gireceğim sınavları dert edip, yurt kantinine inip, walkmanimin kulaklıklarını(evet o zamanlar walkman vardı!) kulak zarıma kadar sokup müzik dinleyip, sevdiklerime el işi bir şeyler yaptığım zamanlardaki gibiydi.

neyse işte,
iş yoğunluğu-A4 birlikteliği ve netice ortada işte...

Çantam ve Karakterim



hani şurdaki yazımda sormuştum ya size hangi çantayı almalıyım diye.
fotoğraftan gördüğünüz üzere yeni çantama kavuştum. hem de yeşil! daha ne olsun!
Trabzon' da çanta seçenekleri çok sınırlı.
çanta baktığım günlerde girmediğim çantacı kalmamıştı nerdeyse.
en basit modellerin bile yüksek fiyatlara sahip olduğunu görünce şaşırmıştım.
ve daha vahimi, gönlüme göre bir şey bulamıyordum.
her mağazada aynı modeller, markalar vardı.
ben, zevk için alışveriş pek yapmam; ihtiyaç duydukça alırım.
bu nedenle ''alırım, beğenmezsem kenara koyarım'' durumu yoktur bende.
israf konusunda hassasımdır.
almışken kullanmalı, yıpratmalı, tüketmeli, sonra yenilere gözümü dikmeliyim.
yoksa içim rahat etmez.
işte böyle içime sinen bi çantayı da sırf almış olmak için almak istemedim.
sonra, internete bakmak aklıma geldi.
alışverişte internete başvurmak konusunda hala acemi ve pimpirikliyim.
mağazaya girip, alıp çıkmalıyım.
yok ürün geldi-gelecek, sipariş alındı mesajı verildi verilecek, gelen üründen memnun kalınacak mı, vs vs soruları beynimi yorar.
internetten en kolay sipariş, kitap siparişidir! :)
neyseee
beğenmediğim bi modele bol para vermektense risk alıp internette yukarıda gördüğüm çantayı sipariş etmeye karar verdim. elime ulaşması 2 haftayı buldu.
alışveriş yaptığım sitede çantanın sadece önden ve arkadan fotoğrafı vardı; ne içi ne de ölçülerine dair bilgi yoktu. küçük bir çanta ile yüzleşmekten korktum. zira ben çantasında kitap-defter de taşıyanlardanım.
korktuğum gibi olmadı. küçük bir çanta gelmedi. aksine umduğumdan büyük bir çanta geldi.
ilk etapta hor gördüm bu durumu, ''ay bu ne bavul gibi' dedim.
ama rengi, modeli ve çevrede büyük çanta kullananları görmem, duruma çarçabuk adapte olmamı sağladı.
şu an, aldığım için gaaayeeeet memnunum!
çantamda bir şey ararken içini boşalttığımda içi-dışı bir çantam olduğunu gördüm :P
hep yeşil, her zaman yeşil!
yeşil kitap-yeşil şal-yeşil kalemler-yeşil defter.
Valla bunlar benim için şükürlük nimetler.
gönlüm doyuyo, gözüm doyuyo, mutlu oluyorum.
çantam budur, durum budur beyler bayanlar.

10 Mart 2013 Pazar

Yine Hafta sonu Yine Köy Yine Fotoğraf

Ee hafta sonu gelir de, Özkan Ailesi Köye gitmeden olur mu?
Olmaaaazzzzz!..
Demirbaş olarak da Ayşegül tabi.
Annemin bana dediği üzre: '' Ben de sana yapıştım'' :)
Eşantiyon olarak bir adet abla, bir adet kardeş, bir adet abi ve köyün, ailemizin şenliği bir kaç adet yeğen :)
Kardeşimin izin günü ayda yılda bir hafta sonuna denk gelince iki günümüz de cümbür cemaat geçti,
ve tahmin edeceğiniz üzere çok çok çok güzel bir hafta sonu oldu.
Bi kaç ufak kaza atlattık bu arada. Bunu da nazara yorduk. Evet direk söylüyorum, nazarın dibiydi hem de!
Nazar değen mevzu, yukarıda sözünü ettiğim, ''ailecek bir şeyler yapma'' mevzusuydu.
Biz ''koloni'' gibi yaşayan bir aileyiz. Bir yere mi gidilecek, bir iş mi yapılacak, birinin sıkıntısı mı var, birinin sırrı mı var, herkesin anında haberi olur ve her şey beraber yapılır.
Mesela, ''Baba Evi''nde yaşayan kişiler olan annem, kardeşim ve ben, çok nadir bir yere yalnız üçümüz gideriz. Çünkü giderken yanımıza mutlaka ablam, abim veya yeğenlerimden bazılarını veya hepsini alırız.
Yapamayız yani ayrı-gayrı. Dur başımı dinleyeyim, sessiz-sakin vakit geçireyim durumları olmaz bizde.
Ve gittiğimiz yere şenliğimizi, sesimizi, şakalarımızı da götürürüz. O mekan bizimmiş gibi davranırız. 
Kalabalığız ya, bize kimse bi şey diyemez ;)
Hah işte dün de bugün de böyle bir coşku, harala gürele içindeydik.
Dün gittiğimiz mekanın yanındaki dükkandan alışveriş yaparken, oranın sahibi ''Siz ne güzel bi ailesiniz ya; dört kardeş ve bir sürü çocuk bir arada, başınızda da bu teyze. Çok neşelisiniz. Size hiç bir şey olmaz!'' dedi. Ama oldu.
Bu cümlenin üzerinden sayılı dakika geçmişti ki arabamızın kapısı yanağımda patladı! Nasıl bir beyin sarsıntısı ve akabinde baş ağrısı geçirdim anlatamam.
Sonracıma eve geldik. O satıcıdan aldığımız cam eşyalardan biri pat diye düşüp kırıldı.
Vardır bi hayır dedik.
Nihayetinde ablamın yaptığı tatlı, soğumak üzerine konulduğu buzdolabından şappadanak düşüp borcam tuzlabuz olup; tatlı, mutfağın yarısına dağılınca Allahtan yol boyunca başımıza bişey gelmedi dedik.
Nazarı-gözü böyle geçiştirdik ve hafta sonunu tamamladık.
Bir sürü fotoğraf çektim.
Sizinle paylaşmayı çok seviyorum!


   nasıl bir güzelliktir bu, saklı kalmış bir köşede?..


  su dallara yürüyor, bahar geliyor, farkında mısınız?



       yaşayamayanları imrendirmek istemem ama, güzel bi memleketteyim yahu!


      vazgeçilmezim!


           sevgi pıtırcıkları, bir araya toplanmışlar.


         Rahmetli anneannemin-dedemin evi



        o evin ''tarihi kalıntı'' benzeri kapısı



          oşşşşş ben şeni yeyim yeyim!



            bütün kızlar toplandık toplandık toplandık!!!



burada üç kız kardeş var:



  ''vazgeçilmezim!'' demiş miydim???



          tepemin manzarası:



    gün, geceye döner yüzünü:


nasıl, iyi yapmış mıyım?

Metin Serezli Vefat Etti :(

Evet, 2013 yılı varlığını ölümlerle hatırlatacak gibi.
13 rakamının uğursuzluğundan mıdır nedir diyeceğim ama batıl inanca girecek diye susuyorum.
Bir dönemin insanları yavaş yavaş aramızdan çekiliyor ve böylece bir dönem kapanıyor gibi.
Bugün de Metin Serezli, yaşamını yitirdi.
Duyduğum ölümler arasında içimi en acıtanlardan biri oldu.
Rahmetliyi severdim ve izlerken keyif alırdım.
Bende iyi bir insan, iyi bir eş, iyi bir baba olduğu duygusu uyandırmıştır hep.
Sanırım bunda sürekli gülümsemesinin ve beyefendi tavırlarının ve konuşma üslubunun güzelliğinin de payı vardı.

Yahu bu adam sevilmez mi???

                                                  


Eşi Nevra Serezli' nin de sürekli gülümseyen ve kendine güvenen bir kadın olması, beraber TV' de verdikleri demeçler vs. mutlu bir aile olduklarını düşündürtmüştür bana.
                                                    


Ve tabi oğulları Murat Serezli de bu mutlu, dengeli aile ortamından yetişen sempatik, başarılı, öz güven sahibi bir evlat olarak Türk milletine ve bana kendini sevdirdi. Kerata gerçekten hoş, sempatik, kaliteli.



 Bu kare kuvvetle muhtemel Ayşecik filminde çekildi. O filmi defalarca izlemişliğim ve kendimce hayaller kurmuşluğum çoktur. Filmde, saçma bir gururdan ötürü sevdiği kadınla yolu ayrılan bir doktoru canlandırıyordu.

Heyt be! Gençliğine bak! Yabancı artizler halt etmiş yanında!

ALLAH(C.C.) RAHMET EYLESİN...