24 Mayıs 2013 Cuma

ŞÜKÜR Kİ CUMALAR VAR!..




SELAM!
BUGÜN MÜTHİŞ ENERJİK GÖRÜNÜYORUM, Dİ Mİ? ;)))

ŞÜKÜR Kİ CUMALAR VAR;

FAZLASIYLA BUNALDIĞIMIZ, YORULDUĞUMUZ, BIKTIĞIMIZ, ÜZÜLDÜĞÜMÜZ HAFTALARDA DURUP DA ''BUGÜNÜN YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE HAYIR DUASI EDEYİM KENDİME DE SEVDİKLERİME DE'' DEDİĞİMİZ KAÇ GÜN VAR Kİ?


TABİ Kİ YAŞADIĞIMIZ HER GÜN NİMET.

LAKİN İNSANIZ İŞTE,

BİZLERE BİLDİRİLEN BÖYLE ÖZEL VE GÜZEL GÜNLER BİZİ HEM DİSİPLİNE SOKUYOR HEM DE UMUT VERİYOR.

RABBİMİN İZNİYLE ANNEM YARIN(25.05.2013) UMRE' YE GİDİYOR.

HAYIRLISIYLA, LAYIKIYLA, SAĞLIKLA SIHHATLE, HUZURLA, MUTLULUKLA GİDİP GELMESİ İÇİN SİZ DE HAYIR DUALARINIZI EKSİK ETMEYİN; OLUR MU?

GELELİM GÜNÜN DUASINA:

''SABAH EZANLARININ FAKİRİ OLDUKTAN SONRA, NEYİN ZENGİNİ OLABİLİR Kİ İNSAN?
BU GÜZEL GÜNDE GÜZEL BAŞLANGIÇLARA ADIM ATABİLMEK DUASIYLA,
RABBİM DUALARIMIZI KABUL EYLESİN.
MEVLAM BİZLERİ RAHMETİNDEN MAHRUM BIRAKMASIN.''

''HÜZÜNLERİMİ HAYRA ÇEVİREN ALLAHIM;
DİLİMİ DUASIZ, GÖNLÜMÜ SENSİZ BIRAKMA.'' 

Amiiiiiiiiiiin

HAYIRLI CUMALAR...

23 Mayıs 2013 Perşembe

''Bir İdam Mahkumunun Son Günü'' Kitabı... Victor Hugo



Adından da anlaşıldığı gibi, idama mahkum bir adamın, idamına 6 hafta kala yaşadıklarını, hissettiklerini mahkumun kendi günlüklerinden aktarıyor.

Dolayısıyla biz normal(!) insanların gündelik hayatımızda üzerinde durup düşünmeyeceğimiz bir mevzu.

Yani insana yeni bir göz kazandıran, farklı bir cepheden düşünmeye sevk eden bir kitap.

Anlatımı gayet güzel. Sıkmadığı gibi ilgiyi de taze tutuyor.

126 sayfa.

Güzel benzetmeleri, kendini ayıran bir üslubu var.

Ne de olsa Victor Hugo, değil mi???

''Sefiller'' ve ''Notre Damne' ın Kamburu'' eserleri dışında bilmediğim ve okumadığım bir yazar olan V.Hugo' nun bu eseri de gayet okunası.

Dönem Fransa' sını, insanlarını, diyaloglarını aktarma şekli yerinde.

< O dönemin insanlarının -dünya klasiklerinden bildiğim kadarıyla- cümleleri, diyalogları, şakaları hep tuhafıma gitmiştir ve hatta gülmüşümdür okurken :) >

Bu kitabın bana nasıl ulaştığını buradaki yazımda anlatmıştım.

Kitaplığımda kalıcı yer edinmiş olan bu kitap için Fatih' e teşekkür ediyorum.

Kalın sağlıcakla ve bol okumayla!..

20 Mayıs 2013 Pazartesi

''İlk Lokmada Aşk'' Kitabı...(Lena Terkesidu)


115 sayfalık, içinde 7 ayrı aşk hikayesinin yer aldığı bir kitap.
Bu 7 aşk, Yunanistan' da geçiyor ve günümüzün çabuk tüketilen aşklarından;
aslında flört demek daha uygun olur zannımca. 
Anlatımı gayet basit, kitap da incecik olunca hemen bitiveriyor.

Bu kitaba, sevgililer gününde katıldığım bir çekilişi kazanmam sonucu sahip olduğumu şuradaki yazımda anlatmıştım.

Kitap, İspanya' nın uluslararası ''Yemek Tarifi İçeren En İyi Edebiyat Eseri'' ve ''En İyi Kapak'' ödüllerini almış. 

Kitabın içinde hakikaten bolca yemek-tatlı-salata tarifi var.
Tarifleri sizin için fotoğrafladım; içlerinde gayet pratik olanlar var.
Çoğu tarifte viski, şarap vs kullanılmış ama alkol almayan biri olarak ben, aynı tariflerin şarap, viski kullanılmadan da yapılabileceğini düşünüyorum.

Yani tercih size kalmış.

Kitabı okurken iştahım da kabarmadı değil hani...

19 Mayıs 2013 Pazar

Unutmamak Adına...


bu geceyi unutmamam adına bu fotoğrafı koyuyorum.

Rabbim bana kuvvet versin.

19 mayıs 2013

22:56

17 Mayıs 2013 Cuma

(: Dün Mübarek Regaib Kandiliydi, Bugün Mübarek Cuma :)


Selamlar
Sevgiler
Tebessümler
İyi niyet dilekleri benden sizeeeeeee.

Yine ben geldim!
Mübarek Cuma günü ile beraber...

Dün mübarek Regaib Kandili idi.
Ne yazık ki kişisel nedenlerden ötürü yazamadım, kutlayamadım.

Ama dün dündür, bugün bugündür!
Di mi?..

O nedenle dün yazamadığım yazının da enerjisiyle dolu geldim huzurunuza!

Regaib Kandili  münasebetiyle öyle güzel insanlardan öyle güzel mesajlar aldım ki,
Rabbim' e şükrettim.

Eğer ki böylesine güzel, mübarek bir günde hatırlanıyor isem, 
Elhamdülillah az da olsa yaptığım güzel şeyler varmış dedim.
Öyle darda olduğum dakikalarda geldi ki bu mesajlar, ilaç gibi, nokta atışı gibi!

Mübarek Regaib Kandili günü, öyle bir sınava tabii tutuldum ki, insanın ''ham insan'' olup kötü sözlerin alâsını etmek istediği anlar yaşadım ve lakin başta saygıdeğer ablam olmak üzere sevgili dostlarımın kandil kutlamalarıyla ve Rabbim' in de desteğiyle yanlış yapanlarla yanlış yapmadım Elhamdülillah.

O nedenle çok önem veriyorum Cuma Günü Kutlamalarına ve yazılarına.
En darda olduğunuz ''an'', hakikaten tam o ''an'', Rabbim' in aracı kıldığı insanlardan öyle bir dilek-dua-söz-hadis-ayet ulaştırılıyor ki size, gözleriniz dolup gülümsüyorsunuz.

Geçelim bugünün duasına:

Sahabelerden biri Resulullah' a:
''Cenab-ı Hak kime kıyamaz ya Resulullah?'' diye sorar.
Efendimiz(S.A.V.) de ''Allh-u Teala, birbirinin arkasından dua eden kullarıma kıyamam, ikisini de affederim!'' diye buyurdu.
Dualarda olabilmek umuduyla!

HAYIRLI CUMALAR!

(Unutmadan: Hatay Reyhanlı' da yaşanan çok çok çok üzücü olayı unutmayalım ve hayatlarını kaybeden vatandaşlarımız için rahmet dualarımızı, yakınları için ise selamet dileklerimizi tekrarlayalım! Lütfen!)



15 Mayıs 2013 Çarşamba

Sizin İçin Fotoğrafladım! Valla Bak!..

Dün (14.05.2013-Salı) annem, kardeşim ve yeğenimle köye yollandık.
Gitme sebebimiz, Allah izin verirse 25 Mayıs'ta Umre' ye gidecek olan annem için akraba-eş-dost-komşudan helallik almak ve ziyarette bulunmaktı.
Kısa sürede farklı mekanlara gitmemiz sebebiyle diğer köy seyahatlerimizden daha güzel oldu bu gidişimiz.
Hava da güzel olunca bol bol fotoğraf çektim.
Ve her fotoğraf çekişimde aklımda siz ve blogum vardı.
Trabzon' u, Maçka'yı size en güzel anlatacak olan, sizin en beğeneceğiniz kareleri yakalamaya çalıştım.
Sanırım da bunu yavaş yavaş öğreniyorum. 
Özellikle aşağıdaki çiçek fotoğraflarından bana hak vereceğinizi düşünüyorum.

BUYURUN GÖRSEL ŞÖLENEEEE!!!! ;)
Trabzon tarafından Maçka'ya girişte sizi yaz-kış, yağmur-çamur, sıcak-soğuk demeden bu Horon Ekibi karşılar :)
(yeğenimin bir defasında dediği gibi: ''o adamlar hala orada!'' :D )



köydeki evimizin hemen girişinde bal gözlü annemin ''ya tutarsa'' diye diktiği çiçeklerden biri... yeğenim bunu görünce: ''büyüyünce üzüm olacak, biz de onu yiycezzz.'' dedi :)



yine annemin diktiği çiçeklerden bir kuple(!) sarı sarı, naif, narin duruyorlardı öyle...



 ilk ziyarette bulunduğumuz evin eski tarz-ahşap yapısına çok yakışan ve benim de çok beğendiğim eski avizeleri...



 her sabah işe giderken  ve eve dönerken bu yolu kullanmak, insanda sinir-stres bırakır mı?..


evin tavanına asmışlar bu sepeti. görsel güzelliğe, yerel özelliğe katkı sağlamış.



 yerden yükselen sis kümesi:



 A ha! Nasıl ama?????


 Bak bak bak, Ayşe(gül), arka fon flu, ön cephe aydınlık fotoğraf çekmeyi de öğrenmiş! :)


 korkutucu görüntüsüne rağmen çok uysal ve sırnaşıktı :)


 yol kenarında yeşillikler içinde küçük küçük-kırmızı kırmızı duruyorlardı. ''ay ben sizi yeriiiiiiim'' dedim ve yedim :)



 varan 2! yavru ağzı gül.



varan 3! sarı gül.



koynuma sokup eve getirmemek için zor tuttum kendimi! hele yeğenim nasıl ısrar etti: ''noluyyy benim olsun biy tanesiiii'' diye.


varan 4! beyazım, sadeyim, asilim!


varan 5! mis kokuluyum!



gezdim, gördüm, fotoğrafladım:



gün boyu ara ara çiseleyen yağmurun ardından gök kuşağı da ortaya çıkınca her şey daha bi güzelleşti!


eve döndüğümüzde denizin üstü bal-kaymak-pamuk şeker ikeeeennnn;


karşıdan karşıdan yağmur bulutları geliyordu:


ve gün böylece, güzelcene bitti Elhamdülillah!

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Bir İlkbahar Sabahı Arı Sokmasıyla Uyandın mı Hiç?!!!




Günaydın Pıtırcıklar!
Güne öyle bi başladım ki sormayın!

Sabah 7:30' da bacağımda bir şeyin yürüdüğü hissine kapıldım ama önemsemedim.
Derken keskin bir acı ile fırladım.
Hemen bacağıma baktım, siyah-sivri bir şey bacağımda duruyordu.
İlk hamlede olmasa da ikinci hamlede çıkarabildim.
Çıkarınca daha çok acıdı canım.
O bilgeyi iki parmağımın arasına alıp sıktım, bir miktar kan akıttım.

Bu da nerden çıktı şimdi yatağıma göz gezdirirken siyah bir arı gördüm, yatağımda keyfine bakan!!!

Ne yazı ki o panikle hemen öldürdüm :(

Bacağımdaki acı devam edince internete girdim hemen ve ne yapmam gerektiğine baktım.
Önce o bölgeyi sabunlu suyla yıkadım.
Sonra da buz tuttum.
Ve acı, ciddi derecede azaldı.

Ve vakit, bu vakit oldu.

Bu yaşıma dek açık havada, köyde yanıma-yöreme yaklaşmayan arı, nereden eve girdi de
sabahın köründe bacağımı hedef aldı, bilemedim.

Çok tatlıyım ya ondandır :P

Bu arada, arı sokması çok da korkulacak bir şey değilmiş. Bilginize...

12 Mayıs 2013 Pazar

BİR ANNE, TÜM DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLİR!

BİR ANNE, TÜM DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLİR! 

TIPKI, PEYGAMBER EFENDİMİZİN(S.A.V.) ANNESİ HZ. AMİNE GİBİ
VE
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN ANNESİ ZÜBEYDE HANIM GİBİ...

Bugün fotoğrafını çektiğim aşağıdaki çiçeği, başta kendi BAL GÖZLÜ ANNEM olmak üzere, 
en masum anne olan ABLAMA(Semoşuma), 
en inatçı anne olan YENGEME, 
anne olan bütün ARKADAŞLARIMA, SEVDİKLERİME ve 

BÜTÜN BÜTÜN BÜTÜN ANNELERE HEDİYE EDİYORUM!



Not: Hatay' da yaşanan acı olaydan sonra; evlatlarını kaybeden anneler, annelerini kaybeden evlatlar, sevdiklerini kaybeden insanlar olduktan sonra bugünkü kutlamalar ne kadar coşkulu ne kadar sevinçli olur, bilemiyorum...

Rabbim(C.C.), Hatay' da hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet eylesin,
sevenlerine sabır versin,
yaralılarımıza acil şifalar versin inşaallah.

11 Mayıs 2013 Cumartesi

43 CAN!!!




Bugün Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelen patlamalarda 43 kişi hayatını kaybetti.
Şimdi sayfalar dolusu yazılsa, saatlerce konuşulsa, milyonlarca kınama mesajı(!) iletilse, ailelerine-sevenlerine baş sağlıkları verilse kime, ne faydası olur???

29'u ağır 100 yaralıdan ise hiç bahsetmiyorum bile!!!

Peki Hatay' daki olayların hesabı kimden sorulacak veya size göre kimden sorulmalı?!

Benim milletim neden böyle!

Ey benim uyumayı da uyutulmayı da çok seven milletim!
Ey benim hazıra konmayı seven milletim!
Ey benim pohpohlamayı da pohpohlanmayı da çok seven milletim!
Ey benim kara kaşa(kömüre), beyaz tene(beyaz eşya) bin takla atan milletim!
Ey benim, okumaktan-araştırmaktan-yazmaktan aciz ve korkan milletim!
Ey benim ''adam sen de!''ci milletim!
Ey benim ''böyle gelmiş böyle gider''ci milletim!

Nolur birazcık düşünsen!
Çok değil ya, biraz; hatta birazcık düşün; nolur!

İlla Kurtuluş Savaşları mı görmen gerekiyor vatanına sahip çıkman için?
İlla kapına dayanılması mı gerekiyor özgür iradeni kullanman için?
İlla kafana vurulması mı gerekiyor ''düşünmek'' denen kıymetin farkına varman için?

İLLA SENDEN, BENDEN, BİZDEN KAYIPLARIN VERİLMESİ Mİ GEREKİYOR BİR ŞEYLERİ GÖRMEN İÇİN?!!!!!

Senden Başka...

Gün boyu bir sürü konu döndü durdu kafamda, bloguma yazmak için.
Ama ne yazık ki durum, aşağıdaki noktaya vardı.
Rabbim, böyle güzel bir aşkla sevilmemizi nasip etsin inşaallah!



Benden sorsan ummanlardır derdim
Hani gözlerin var ya
Bülbülleri susturup dinlerdim
Tatlı sözlerin var ya

Katmer katmer gül açar gönlümde
Hani gülüşün var ya
Daha mutlu olamam ömrümde
Beni öpüşün var ya


Senden başka, senden başka
Gözüm görmez hiç kimseyi
Senden başka, senden başka
Duyamam ben hiç kimseyi

Senden başka, senden başka
Sevemem ben hiç kimseyi
Senden başka, senden başka
Olamam senden başkasıyla


Dizlerim titrer sen görününce
Hani o gelişin var ya
Aklımdan çıkmaz bütün ömrümce
O çapkın gülüşün var ya

Bir ilkbahar yağmuruydu sanki
Ardından güneş doğar ya
Yaktı bir ateş gibi inan ki
O kor dudakların var ya


Senden başka, senden başka
Gözüm görmez hiç kimseyi
Senden başka, senden başka
Duyamam ben hiç kimseyi

Senden başka, senden başka
Sevemem ben hiç kimseyi
Senden başka, senden başka
Olamam senden başkasıyla

10 Mayıs 2013 Cuma

Günlerden Cuma Olsun, Gönlüme Huzur Dolsun :)


Selamlar Olsun Hepinizeee!! :) :) :)

Elhamdülillah bir Cuma günü daha beraberiz!

Ben, Perşembe gününden başlıyorum Cuma günü için heyecan duymaya! :) :)

Güzel bir gün, verimli bir gün, hayırlı bir gün, Kutsal mekanlarımızın, camilerimizin haftanın diğer günlerinden daha çok dolup taştığı bir gün, dillerdeki duaların arttığı bir gün, 5 vakit ezanına fazladan bir ezanın eklendiği bir gün, hayır duası istemelerin, hayır duası etmelerin ve bu vesileyle de insanların birbirlerini aramalarının arttığı bir gün.

Benim açımdan ise merakla ve heyecanla Cuma mesajı beklediğim bir gün. Özellikle Cuma günleri beni hatırlayan iki arkadaşım var. Öğlen 12 olunca vakit mutlaka cep telefonu mesajları gelir. Acaba bu kez hangi konuyla ilgili, nasıl bir dua, nasıl bir mesaj yollayacaklar diye kulağım telefonun mesaj sesinde olur. Onlardan mesaj gelir gelmez aynı mesajı hemen, Cuma' nın kıymetini bildiğini düşündüğüm, aynı dua ile dilimizin dönmesini, gönlümüzün ferahlamasını istediğim sevdiklerime iletirim.

Böyle bir döngü oluşur Cuma günü ben ve sevdiklerim arasında.
Elhamdülillah ki birbirlerimize hayır duaları ederiz ve yüreğimize su serpilir. Çünkü bizi bu kadar çok seven insanlar vardır etrafımızda ve kendimizden ziyade birbirimiz için dua ederken daha bi içten cümleler kurarız.

Bir de tabi işin blog boyutu var benim adıma.

Güzel bir fotoğraf veya resim koymak, güzel bir yazı yazmak, güzel bir dua paylaşmak istiyorum her Cuma, sizler ve kendim için.

Benim artık görev addettiğim, bana heyecan ve mutluluk veren bu ''Cuma Kutlamaları'' inşaallah sizlere de iyi geliyor ve sizleri de mutlu ediyordur!! :))

Günün Duası benim acizane seçimimle aşağıdaki olsun mu? ;)

''Denemekten, çabalamaktan yorulup cesaretin kırıldığında bil ki, Allah(C.C.) ne kadar uğraştığını görüyor.

Hayatın durduğunu, zamanın aleyhine işlediğini düşündüğünde bil ki, Allah(C.C.) seni deniyor.

Hayallerin yıkılmış, umudun kalmamış ve kendi kendine neden böyle olduğunu soruyorsan bil ki, Allah(C.C.) cevabını biliyor.

Hiç bir neden yokken içinde tuhaf bir huzur hissettiğinde bil ki, Allah(C.C.) seni seviyor.

Nerede olursan ol, ne düşünürsen düşün, ne yaparsan yap Allah(C.C.) seni görüyor.

Unutma ki Rabbim(C.C.) ihmal değil, sadece imtihan ediyor. ''


CÜMLETEN HAYIRLI CUMALAAAAARRRRRRRR

:)
:)
:)

 ( hüzünlerimi hayra çeviren Allah' ım;
    dilimi duasız, gönlümü sensiz bırakma )

9 Mayıs 2013 Perşembe

***** Kıvançım Tatlıtuğum / Mertim Fıratım *****


ya beğenmeyeyim diyorum
o da senin benim gibi insan diyorum ama olmuyor
yok yok yok!!!!
tv' de gördüğüm an takılı kalıyorum, program-reklam-röportaj-magazin her neyse elimdeki işi bırakıp izliyorum.
bu akşam da aynı şey oldu,
izlemem ben ''kuzey güney'' dizisini
ama kanalları dolaşırken ''aa-haa!'' dedim ve kalakaldım.
neredeyse tv ekranından yanağına dokunacaktım.
anneme:
''ya anne biliyosun beni, ne ergenlik dönemimde ne de başka dönemlerde hayranı olduğum, bu kadar beğendiğim kimse olmadı. ama nasıl bi şey bu ya! Rabbim neler yaratıyor! kaşı gözü yüzü sözü burnu saçı kalemle çizilmiş gibi; övülmüş de yaratılmış gibi! böylesi dünyada yok! kıvaaaaaannnnççççççççç!'' 
dedim.

annem:
''la havle''
dedi.

:)


son zamanlarda ''genç kızların yeni sevgilisi'' statüsünde yer alan bir diğer isim ise aşağıdaki fotoda gördüğünüz üzere Mert Fırat.
beğeniyor muyum? evet.
kıvanç kadar beğeniyor muyum? kategorileri farklı.
kıvanç sarışın etkileyiciliğine sahipse mert de esmer etkileyiciliğine sahip.
ayrıca doğal buluyorum kendisini.
bugüne kadar hem filmlerde hem dizilerde hem de reklamlarda canlandırdığı karakterler ve oynayış şekli, üslubu gereği ve hatta ses tonu açısından daha doğal, daha bizdenmiş gibi geliyor.




pekiiiiii

sizce hangisi daha yakışıklı veya etkileyici?

Yakıştı mı Sana Ülker????



   ve    


iki resim arasındaki 7 farkı bulun desem bulabilir misiniz?

yoksa;

iki resim arasındaki ''tıpatıp''lıkları bulun desem daha mı kolay olurdu??

nutella' nın ambalajı yıllardır aşina olduğumuz ambalaj.

demek ki bu benzerlikte ülker' in parmağı var.

ülker gibi büyük bir firmaya, ''taklit'' denilebilecek böyle bir faaliyeti yakıştıramadım...

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Açtırma Pandora' nın Kutusunu, Söyletme Kötüyü

PANDORA' NIN YARATILMASININ TASVİRİ

''Açtırma Pandora' nın kutusunu!'' cümlesi günlük hayatta hep duyduğum, anlamını bildiğim ama nereden geldiğini bilmediğim bir cümle idi-bugüne kadar...

Hikayesi ilginçmiş.

Bakın:

Pandora "tanrılar armağanı" anlamına gelir. Yunan mitolojsinde ilk kadının, Zeus tarafından insanlığı cezalandırmak için hazırlandığına inanılırdı.
Efsaneye göre, Zeus, kendinden ateşi çalıp insanlara veren Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a balçıktan yapılmış tanrısal güzellik ve zekaya sahip Pandora'yı eş olarak gönderir. Epimetheus, kardeşinin tüm uyarılarına karşı Pandora ile evlenir. Zeus, Pandora'ya evlilik hediyesi olarak topraktan yapılmış, çömlek benzeri bir kavanoz (yanlış yapılmış bir çeviri sonucu kutu olarak anılmaktadır) hediye eder ama bu kavanoz asla açılmamalıdır. Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, kavanozu açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar... ancak son anda kutuyu kapatır. Bu da insanların içindeki "umut"tur; kötülüğün yayılmamış olması umudu.


Pandora mutsuzluk ve dertlerin olmadığı dünyada yaşar fakat kadına özgü merakına yenilip kutuyu açar.Ama başka bir efsaneye göre de Pandora kutuyu açtığında dünyaya kötülük hakim olur ve Pandora kutuyu kapatırken de kutu Pandorayı esir alır...
Diğer bir hikâyede ise Haberci Tanrı Hermes, Olimpos' a giderken sırtında çok uzaklara götürmesi gereken sandığı, Pandora ve eşine bırakır. Pandora merak eder kutuyu açar. Kendine ve eşinin üzerine pişmalık, kızgınlık, kibir vs. gibi kötü özellikler, yaşadıkları mutlu ormana ve de bütün dünyaya türlü türlü kötü özellikler yayılır. Son anda Epimetheus sandığı kapatır. Sandığın içinden bir ses gelir. Sandıktan gelen cılız ses: ''Lütfen beni çıkarın. Dışarıdaki kötülüklerle ancak ben baş edebilirim.'' der. Bu sefer Pandora ve eşi birlikte açarlar sandığı. Sandığın dibinde bir kelebek vardır. Sandığın içindeki kelebek tek ümittir.

                                         

Bu mit, aslında gerçek yaşamdaki tek ümidi de bir nebze olsa açıklıyor. (Bence)

Bilgilendim,
Bilgilendik.
Daha Nice Bilgilere...

Kaynak: vikipedi

Dini bütün Rakunlar :)


Okuduğum kitapta geçmesi üzerine rakun nasıl bir hayvandı diye vikipedi' ye baktım ve ilginç noktalar görünce sizinle paylaşmak istedim.

Rakungiller familyasından memeli hayvan cinsi.

                                    


Rakun'un yurdu su yollarının, göllerin ve bataklıkların çevresidir. Geceleri buralarda su kıyılarına dadanan başka hayvanları avlar. İnce parmaklı rakun iyi bir yüzücüdür. (Benim de ince-uzun parmaklarım var ve artı olarak omuzlarım da bir bayana göre geniş ama henüz iyi bir yüzücü değilim. :) ) Yüzerken balık, kerevit, kurbağa, semender ve midye gibi avları yakalar. Fakat bu hayvan, yumurta, kuş, böcek, sıçan ve sürünen herhangi bir yaratıkla da aynı iştahla karnını doyurur. Mevsiminde cevize, meyvalara, özellikle çilek ve böğürtlene bayılır. Mısırlar olgunlaştığı zaman, mısır tarlaları da rakun'un gece baskınına uğrar. Rakun'un, yiyeceği eti önce suya batırması âdeti ilgi çekicidir. Bundan ötürü kendisine «yıkayıcı» (lotor) adı yakıştırılmıştır. Et parçası ne kadar temiz olursa olsun, onu o yakınlardaki bir suya iyice batırıp yıkamadan yemez. (İşte bu nedenle yazımın başlığını ''Dini bütün Rakunlar'' yaptım :) Hani bizde de hayvanın kanı iyice akıtılır, eti güzelce yıkanır öyle yenir ya, bizden farkları ne? :)) )  

                               

Rakun'un parmakları uzundur. Dokunma duyusu çok gelişmiştir. Bir ağaç kovuğunda veya kayaların arasındaki ılık bir mağarada barınır. Bu etobur hayvan ağaca çok rahat çıkabildiği ve çok kere bu sayede hayatını kurtardığı halde, uyanık saatlerinin çoğunu yerde geçirir. Gündüzleri dinlenmek, geceleri ise yiyecek aramakla geçen uzun bir yazdan sonra inine çekilerek ilkbahara kadar uyur. Bu arada çiftleşmek veya karnını doyurmak için bazen uyandığı olur. Erkek rakun, tıpkı ayı gibi, aile problemlerini hiçbir sorumluluk kabul etmemek suretiyle çözümler. (aynı insan cinsinin erkekleri gibi :)) ) Kış ortasındaki kısa bir flört devresinden sonra yine bekâr hayatına döner. (demek ki hayat, rakunlara güzel. ne sorumluluk alıyorlar ne de bağlı kalıyorlar :) )

                                


şimdi sorarım size,

kısa süreliğine de olsa, içinizden kaç kişi rakun olmak,

hele de rakunun erkek versiyonu olmak istedi? :)

Søren Kierkegaard



Google bugün( 5 Mayıs 2013 ) Søren Kierkegaard' ı doodle yapmış.

Peki neden Søren Kierkegaard doodle oldu?

Søren Kierkegaard: 

(telaffuz önerisi: Sörın Kirkıgor) 

Danimarkalı filozof ve teolog. Hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. 
Beni Søren Kierkegaard' la ilgilendiren şey, hayatından ziyade sözleri oldu.

Bakalım:

  • Kadının erkekten daha duyusal olduğunu, onun vücut yapısı bile gösteriyor.
  • Çünkü ebediyen vazgeçmiş olan kendi kendine yeter.
  • An, zamanın ve ebediyetin birbirine dokundukları bir belirsizlik.
  • Benim için hakiki olan bir hakikat bulmalıyım. Yaşayıp uğruna ölmek isteyeceğim bir fikir.
  • Bir kızı baştan çıkarmak bir şey değil, ama baştan çıkarılmaya değen bir kız bulursan şanslısın.
  • Felsefenin dediği doğru. Hayat geriye doğru anlaşılır. Ama burada bu cümleyi unutuyoruz: İleri doğru yaşanmalı!
  • Süpürün beni.Son sözleri - 11. Kasım 1855
  • Evlen! Pişman olacaksın. Evlenme... Yine pişman olacaksın.
  • Akıl azaldığı oranda kaygı da azalır.
  • Canı sıkılan herkes değişim istiyor.
  • Nedir bir şair? İç çekmelerini ve çığlıklarını güzel bir müziğe dönüştüren dudaklara sahip olan, fakat ruhunda gizli acılar barındıran mutsuz bir insan.
  • Neler gelecek? Gelecek ne getirecek? Bilmiyorum, hiç bir tahminim de yok. Bir örümcek sabit bir noktadan nedenlerden dolayı sonuçlara doğru düşerken önünde hep boş bir mekan vardır ve hiç bir yere tutunamaz, her ne kadar çırpınsa bile. Ben de kendimi öyle hissediyorum; önümde hep boş mekan; ileri doğru sonuçlara doğru yol almamı sağlayan arkamda kalmış nedenler var. Bu hayat korkunç, dayanılacak gibi değil.
  • Her kötülüğün başı can sıkıntısıdır.
  • Aslında avarelik hiç de kötülüklerin anası değildir, tam tersi, neredeyse tanrısal bir hayattır, yeter ki can sıkıntısına kapılma.
  • Büyüklük şu ya da bu olmak değil, kendin olmaktır.
  • Karşılaştırma eylemi mutluluğun terki ve memnuniyetsizliğin başlangıcıdır.
  • Nefret, başarısızlığa uğramış sevgidir.
  • Bir erkek hiç bir zaman bir kadın kadar acımasız olamaz.
  • Bütün düşüncenin en yüksek çatışkısı, düşüncenin, düşünemeyeceği bir şey bulma çabasıdır.
  • Hayvani itkilerin kendiliğindenliği azaldığında ve düşünce ortaya çıktığında, irade sorgulanır.
  •   
    Gördüğünüz gibi sözlerinin neredeyse tamamını beğendim. Zaten bu nedenle sizinle paylaşmak istedim. 

    3 Mayıs 2013 Cuma

    Hayırlı Cumalarımız Olsun!..


    Hepimizin Mübarek Cuma günü kutlu olsun,
    hayırlara vesile olsun,
    Rabbim güzellikler versin inşaallah.

    Cuma günümüze özel dua:

    Dedim: ''Halim ne olacak?''
    Buyurdun: ''Allah' ın rahmetinden ümit kesmeyin.'' (Zümer Suresi)

    Dedim: ''Çok zorluk çekiyorum.''
    Buyurdun: ''Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır.'' (İnsirah Suresi)

    Dedim: ''Dayanamıyorum.''
    Buyurdun: ''Allah, sabredenlerle beraberdir.'' (Bakara Suresi)

    Dedim: ''Çok huzursuzum.'
    Buyurdun: ''Kalpler ancak Allah' ın zikriyle huzur bulur.'' (Ra'd Suresi)

    Hayırlı, Verimli, Hakkaniyetli Cumalar Dileğimle...


    ''Çocukken Oynadığımız Oyunlar'' ( - mim - )

    Sevgili Baykuş'un Notları beni mimledi. Konu: ''Çocukken Oynadığımız Oyunlar''. Çok iyi oldu bu mim. Böylece sık sık rüyalarıma giren, çocukluğumun geçtiği Lojman bahçesini ve orada oynadığımız oyunları yad etmiş olacağım.
    Önce bi altalta başlıklar halinde yazayım dedim, atlamamak için ve karşıma tam 24 çeşit oyun çıktı.
    Demek ki güzel bir çocukluk; tam anlamıyla ''sokak çocukluğu'' yaşamışım.
    Şimdi başlıyorum anlatmaya:
    İlk okul yıllarımda, rahmetli babamın mesleğinden ötürü Orman Bakanlığı Lojmanlarında yaşadık. Lojman, çok güzel, kocaman bahçesi olan bir site içindeydi. Her çeşit ağaç, çiçek, yeşillik, çimen, sportif faaliyetler için oyun alanı, çocuk parkı, bisiklet sürmek için kocaman yolları olan bir site.
    Ve o sitede her yaş grubundan kızlı erkekli çocuk ve genç bulunurdu. Dolayısıyla oyun arkadaşı bulmakta hiç zorluk çekmezdik. Biri olmazsa diğeri mutlaka çıkardı bahçeye.

    Hatırladığım kadarıyla en çok Eben Almaca oynardık. Çok hızlı davranmak maharetti tabi ve karşı takımdan peşinize musallat olan rakibi yakalamak veya ona yakalanmamak. Ben çok hızlı koştuğum için, takım kaptanları grup kurarken ben ilk sıralarda yer alırdım. Ve hatta, o yıllar samimi arkadaşım olan Baran' ın ''Ayşegül hem hızlı koşuyor hem de sizin gibi mızıkçılık yapmıyor.'' demesi dün gibi aklımdadır. Ayrıca, eben almaca oynarken düşüp dirseğimi fena yaralamamın hatırası, hala mor bir iz olarak durmaktadır. Körebe, Köşe Kapmaca ve Elim Sende oyunları da yine oynadığımız oyunlar arasındaydı.

    Sonracıma, futbol maçları yapardık ve işi müsabaka yapmaya kadar götürürdük. Futbol oynamaktan, sert bir oyun olduğu için korkardım ama ertesi günkü müsabakanın heyecanıyla da yatağımda dört dönerdim.
                                              

    Futbola karşı duyduğum korkuyu, tek kale şut atışlarında giderirdim. Ba yı lır dım, kaleye geçmeye de, şut çekmeye de. Hatta bir defasında öyle çok oynamış ve yorulmuştum ki, eve girer gitmez kendimi yatağa atıp uzun bir süre kalbimin atışlarının yavaşlamasını beklemiştim, ''Allahım, sanırım ölüyorum!'' diyerek.

    Sık sık voleybol maçları yapardık. Sitede yaşıtım olan hemen her çocukla aynı boyda olduğum için aralarından sıyrılma ve kendini belli etme durumum olmadı ama böyle sık voleybol oynamamın, set atışları yapmayı bilmemin, kurallara aşina olmamın lisedeki beden eğitimi derslerimde yararı oldu. Hatta Beden Eğitimi hocam, beni voleybol takımına almak istedi lakin gidemedim.

    Özellikle yaz akşamları eve mümkün olduğunca geç giderdik. Ne de olsa hava kararınca saklambaç oynamak çok daha zevkli olurdu. Alan geniş, apartmanlar bol, ağaçlar çeşit çeşit olunca sık sık birbirimize süt içirirdik.
                                                    

    Tabi ki o zamanın çocuklarının  vazgeçilmez oyun araçlarından biri, plastik toptu. Biz de bol bol Can oynardık. Can oyununda da gayet iyiydim. Çoğu zaman takımın kurtarıcısı olurdum. Hem bol bol kendim için can toplardım hem topladığım canlarla, yanan arkadaşlarımı tekrar oyuna sokardım hem de en son kısımda saydırmada hiç yanmdan oyunu tamamlar ve takımım adına oyunu bir daha baştan aldırırdım.
                                                 

    Top söz konusu olunca, aklınıza gelebilecek topla ilgili her oyunu oynardık. İstop, Yakar Top, Taşlardan oluşturulan kuleyi devirme, şimdilik aklıma gelenler...

    Alan müsait olunca koşu yarışları düzenlerdik. Ve dediğim gibi, bu konuda çok iddialıydım.

    Çocuk parkı biz site çocuklarına mahsus olduğu için istediğimiz an, yaz-kış, gece-gündüz demeden, kaydırak-tekli salıncak-çift taraflı salıncak-tahteravalli ve bu oyun aletlerinin bağlı olduğu demir kasnaklarda şempanze gibi bacaklarımızı sallandırıp ellerimizle ilerlemek ya da tepeye çıkıp dengede kalmaya çalışmak oyunlarını, başka kimse gelmese bile tek başımıza oynardık. Ayrıcaaaa, salıncağı en yüksek noktaya ulaşabilecek kadar hızlandırıp, salıncak en tepede iken atlamak ve atladığımız noktaları çizerek, en uzağa atlama oyununu da oynardık ve bu oyunda da gayet gözüpektim.

    Çocukluğun olmazsa olmazlarından olan bisiklet sevdası bizde de vardı tabi. Benim kırmızı bir bisikletim vardı. Pedallara yüklenip, site bahçesinin yokuşundan en rahat çıkmaya çalışma ve aynı yokuştan en süratli inme, elleri bırakarak sürme, en keyif aldığım oyunlardandı. Hele ki bisiklet sürerken suratıma çarpan hava, esen rüzgar, o zamanlar sapsarı ve uzun olan saçlarımın arkaya savrulması, beni mest ederdi.

    Veee tabiii kız çocukları olarak ip atlardık. Ayyy yine olsa da yine atlasam Valla. Doyulur mu hiç ip atlamaya??? Bir de şey vardı, Çizik Taaaşş! Eveeet, taşı en uzak bölmeye atıp da oraya sıçramaya çalışmak, ne maceraydı ama.
                                         

    Adını şu an hatırlayamadığım, laleli, sümbüllü, leylaklı şarkısı olan bir oyun vardı. Hani iki takım karşılıklı paralel olarak dizilir; eller sıkıca tutulur; rakip takımdan biri tüm gücüyle koşarak gelir ve en zayıf olduğunu düşündüğü iki kişinin kenetlenmiş ellerini ayırmaya çalışır. Bildiniz mi??
                                         

    Oyyyy bir sürü misketimiz vardı! Toprak alanda eşelenmedik yer, açmadık çukur bırakmazdık da arkadaşımızın en çok beğendiğimiz, en renkli, en canlı misketini alabilmek için on takla atardık. Misketlerimiz bikaç yıl öncesine kadar tamtekmil duruyordu ama yeğenlerim sağ olsun hiç ettiler misketleri...
                                               

    Bir de kağıttan bebeklere, yine kağıttan çeşit çeşit, desen desen elbise, şapka, ayakkabı, aksesuar takıp takıştırma oyunu vardı. İtiraf ediyim pek sevmezdim bu oyunu. Ne de olsa, diğer oyunlarla kıyaslanınca gayet pasif bir oyundu.

    Sitede bizden yaşça büyük olan abi ve ablalarımızın oyunlarını izleye izleye pişti, papaz kaçtı ve hatta batak oynamayı öğrenmiş; sonra da yaşça küçük olanlar kendi aramızda oynamaya başlamıştık.

    Sitede benim evimin hemen önünde taştan yapılmış çok ağır ve kalın bir masa ve o masayı çevreleyen, ağaçtan oturma yerleri vardı. Bu taştan masanın başında bir sürü oyun oynamışlığımız vardır. Mesela, beyaz tebeşirle masanın üzerine kocaman bir yılan çizer, o yılanı çeşitli ilerleme kademelerine ayırır ve yılanı ilk kim baştan sona ilerleyerek tamamlarsa, birinci o olurdu.

    Yine bu taştan masanın üzerine 3 adet bozuk para veya düzleştirilmiş gazoz kapağını, düzgün bir şekilde ilerleterek rakibin iki parmağının sınırlarını oluşturduğu kaleye gol atma oyunu oynardık.

    Benim kuşağımın ve benden önceki kuşağın, çocukluğunda mutlaka oynamış olduğu aç kapıyı bezirgan başı oyununu unutmak ayıp olur di mi?..
                                                  

    Spor alanındaki basketbol potasının tepesine çıkarak, orada muhabbet etmek, çikolata yemek, etrafa tepeden bakmak da zevk aldığımız faaliyetlerimizdendi.

    Bak birden hatırladım! Uzun çubukların içine, kağıttan yapılmış ipince upuzun külahlar koyup birbirimize veya yoldan geçenlere atardık :)

    Sapanlarımız vardı bir de! Ama bu sapanlar, bu zamanın çocukları gibi oyuncak marketlerden alınan sapanlardan değildi. Bizzat babamızın, abimizin veya siteden büyüklerimizin yapıp bizlere verdiği sapanlardı. Yani tamamen ''handmade''.

    En fecisini en sona sakladım. Site sınırları içinde yer alan bir depo ve bu deponun arkasında kalan nemli bir toprak alan vardı. Toprak nemli olunca burada yaşayan haşeratlar fazla, farklı ve çeşitliydi. Nereden bulduğumuzu şu an hatırlamadığım bir sac tabla alır, ateş yakar, sac tablayı bunun üzerine koyar ve kıvrılıp top şeklini alan böcekleri bu sacın üzerine koyardık. E hayvancağızlar da kavrula kavrula kıvrılırdı. ( Utandım Valla yazarken ama naparsın çocuk aklı, merakı ve acımasızlığı işte. )



    Bak yine pat diye aklıma düştü. Şimdi söyleyince eminim siz de ''Evet evet, biz de yapardık!'' diyeceksiniz. Boş kola, fanta, pepsi kutularının ortasında topuğumuzla kuvvetlice vurur ve böylece kutuyu ayağımıza iyice yerleştirip, ''tak!tak!tak!'' sesleri çıkara çıkara yürürdük. Deli miymişiz biz??? :))

    Ay bir sürü şey yazdım, yoruldum.
    Oynarken hiç yorulmuyordum ama ;)

    Teşekkür ederim Baykuş'un Notları

    Herkese Sevgilerimle...