28 Kasım 2012 Çarşamba

Kendi İzini Sürmek (Leyla İpekçi' den)



Vaktin sonunda, son kamil insan öldüğünde, kainatın cansız kalacağı söylenir.Çünkü kainat, insan olmadan tam bir ilahi suret değildir. Kamil insan, bu yüzden kainatın ruhu olarak kabul edilir.

Tabiat ve çevredeki bozulmaya 'içeriden' baktığımızda, medeniyet kadavralaşmasının kamil insanların giderek azalmasıyla olan bağını kurabiliyoruz.Halklara adaletle hükmedilmesi, kültürlerin çoğulcu niteliğinin sürdürülebilmesi gibi dinamiklerin altında yatan 'diri' ruh, kamil insanların mevcudiyetiyle sağlanıyor içten içe. 

Demek ki, yaratılış hikmetine uygun yaşamak, varoluş niteliğine hakkını verebilmek, insanlıkta kemale ermekle mümkün. Eğer böyle bir gerçeğimiz varsa, Yaratan'ımızı tüm 'güzel isimleri'nin izdüşümünü bir'leyerek bilmek gibi bir derdimiz var demektir. Tevhid sanatı, bu dertle dertlenenlerin sanatıdır diyebiliriz.


Güzel'i ancak tüm esmaları birleme niyetiyle aradığımızda, eserlerimiz amele dönüşebiliyor. Amacı olmayanın anlamı yok demektir ve buna güzel denilemez. Biz ise güzel'i arıyoruz, öyle değil mi... Güzelleşmek istiyoruz. Güzelliği paylaşmak...

Varlıkların birer isim taşıması, isimlerinin manasına bürünmesi de buna delalet ediyor bence. Yani her şeyin güzel'le olan güçlü ilişkisi kuruldukça varoluş hakikatimize yaklaşıyoruz. Bu ilişkiden bahsetmek Yaratan'ı hatırlamayı gerektiriyor. Sanatta da, hayatta da.

Anlam ve amaç, güzelliğin asıl sahibine götürecektir bizi. Bu bağlantıları kuramamak ise her an O'nun (cc) huzurunda olduğumuzu unutturuyor. Tevhid sanatıyla nefsi emmare sanatı böyle bakıldığında çok net ayrımlar taşıyor. Bize O'nu unutturan eserler, heves ve hevamızı nefsin bu en sığ katmanında kabartan, arzularımızı kabaca kışkırtan eserler oluyor. Böylesi bir 'güzel' sanatın edebe, adaba, üsluba dair hudutları belirsizdir.

Tevhid sanatında ise bizi her an varoluş bilgimize döndüren ve onda 'hazır' tutan bir temel ilke mevcuttur: Allah'ın huzurunda bulunduğumuzu unutmamak. Ta ki sanat eseri, bu anlamda bizi Hızır (as) ile yoldaş olmaya götürsün! Hızır ki, her an diri; hazır olan, huzurda olan...

Sanatta güzel'in ölçüleri üzerine düşünmeye çalıştığım bu yirmi dokuzuncu yazımda Kur'an'da geçen Musa Hızır kıssasındaki "balığı unutmak" hadisesinin etrafında dolanarak bazı göndermeler yapacağım. Biraz açayım.

Musa (as), 'susamış gönlü'nü denize ulaştırma niyetiyle Allah katından özel bir ilim verilen Hızır'ı (as) aramaya çıktığında, kendine eşlik eden Yuşa'yla (as) birlikte azık olarak yanlarına balık almışlardır. Fakat iki denizin birleştiği yere vardıklarında balığın çoktan canlanıp gittiğini fark ederler. Buluşma yerlerini geçmişlerdir. Balığın, kayaya sığındıkları sırada denizde bir yol tutup gitmiş olduğunu anlayarak Hızır'ı bulmak için "hemen izlerinin üzerine geri dönerler."

Burada iki denizin birleştiği yerin zahir ile batın ilmini simgelediği söylenir. Can ve beden denizlerinin kavuşma noktası ise belki de kamil insanın hakikatidir. Musa (as) ile arkadaşının balığı unutmalarını insanın Allah'la ahdini unutmasına dek uzatabiliriz. Sonradan Hızır'la yolculuk ederken, onun eylemlerine önce itiraz edecek sonradan geri adım atacak olan Musa'nın bu tavrı Adem'in (as) cennetten kovulmasını hatırlatır.

O da, Allah'ın huzurunda olduğunu unutarak yasak ağaca yaklaşıp ahdini bozmuş, fakat sonradan pişman olarak tevbe etmiştir. Adem'e de, Musa'ya da (cc) unutturan şeytandır hep. Unutmaya bu kadar eğilimli olan insan'ın adının da nisyan*dan geldiği kabul edilir zaten.

Musa (a.s) ve arkadaşının iki denizin kavuştuğu yerde Hızır'ı bulma talebi, insanın unuttuğu, dondurduğu, ölü bir balık gibi kendinde istiflediği hakikatine yeniden dönüş serüvenidir diyebiliriz o halde. Bu dönüş bilgisinin hatırlanışı ile balığın canlanışı arasındaki bağ da kurulmuş olur. Yeniden dirilişe kendi adımlarımızla başlamalıyız.

Aslında beni bu yazı bağlamında ilgilendiren daha ziyade şu: Buluşma yerlerini geçtiklerini anlayınca hemen izlerinin üzerine geri dönmeleri. İnsanın kendi izinden giderek geri dönmesi ne demektir? Menzili geçtiğini fark edememesi. Yuşa'nın dediği gibi şeytanın vesvese vererek unutturduğu şeyin aslında kendine ait olan, asli bilgi olduğunu idrak etmesi. Ve tabii kendi ruhunun gerçeğini arama yolundaki engelleri yine insanın kendisinin döşemesi. İşte tüm bunlarla yüzleşmek.


Kısacası, kendinden kendine iz sürmek değil midir kamil insan olma yolunda yapılan seyr ü süluk**...


Toparlayayım: Gittiğin yoldan geri dönmek; yolunu nerede kaybettiğini anlamayı da gerektirir. Bu, aynı zamanda idrak etme adabını gösteriyor bize. Sanatta da, hayatta da, evet böyle bir üslup tutturmalı. Musa bile olsan, yüreğin susayınca iki denizin birleştiği yerin peşine düşebilmelisin.

Kibri yücelten, tahakkümü teşvik eden, kötülüğü süsleyen sanatsal ifadelerle nefsi emmare sanatında şöhret olmakla nasıl bir iz bırakırsınız ki, bir gün geri dönmeniz gerektiğinde üzerinden gidebilesiniz? Başka bir deyişle, bıraktığınız nasıl bir izdir ki, geri dönerek Hızır'la buluşabilesiniz?.. 

Dipnot:Yukarıdaki yazı,Leyla İpekçi'nin 07.08.2012 Salı tarihli köşe yazısıdır. Yeşil renk ile belirttiğim kısımlar, benim dikkatime mazhar olan yerlerdir.

Nisyan kelimesi Güncel Türkçe Sözlükte unutmak anlamına gelmektedir.

** SEYR-U SÜLÜK NEDİR? Tasavvufta seyir; cehaletten ilme, kötü huylardan güzel huylara, kendi varlığından geçip Hakk' ın varlığına doğru harekettir. Sülük ise, Hakk' a ermek için bir rehberin öncülüğünde ve denetiminde çıkılan manevî, kalbî, ruhî yolculuk ve ahlakî eğitimdir.

Seyr-u sülük, insanın, kalbinin, ruhunun, nefsinin ve diğer manevî cevherlerinin eğitiminden ibarettir. Bu iş, kalpten başlayıp hayatın her yanını içine alan bir eğitimdir. Asıl maksat, kendini ve Rabbi' ni tanımaktır. Birinci adım, gafletten uyanmaktır. İkinci adım, insan için çizilmiş yola adım atmak ve hedefe doğru yol almaktır. Sonuç, kâmil insan olmaktır.


Leyla İpekçi' nin yukarıdaki köşe yazısını, köyde sobayı tutuşturmak için(bunu utanarak söylüyorum :) ) elime aldığım gazetede fark ettim. Başlığı dikkatimi çekti: Kendi İzini Sürmek... Zira bugünlerde hülyalı, başı hoşlu, 'kendini bulma'lı, bolca 'anlamak'lı haller içindeyim. Yazıyı beğendim ki sizlere de duyurmak istedim. Umarım siz de beğenmişsinizdir. Bu arada yine bugünlerde zincirleme olaylar yaşıyorum. Bir 'şeyler', beni bir 'şeylere' götürüyor. Bu konuyu da detaylandıracağım. 

                                            ''GERÇEK SEVGİ'' İLE OLMANIZ DİLEĞİMLE...


Yazarın( yani benim!:) ) özel notum:

Yazıda geçen 'nisyan' kelimesi, nedense sevdiğim bir kelimedir. Aslında nedeni bellidir. Bende hatırası vardır. Hem hatırası canlandı hem de aşağıdaki cümleyi de sizlerle paylaşmak istedim. Aşağıdaki cümleyi kullanınız; konuşmanıza renk katar, dikkat çeker :)

''Hafızayı beşer nisyanla malul''dür.

Anlamı: "İnsan hafızası, unutkanlık hastasıdır" anlamındaki bu cümle, insanın yaşamını devam ettirebilmesi adına anlık heyecan, sevinç, üzüntü gibi kendisine yaradılıştan eklenen özellikleri, yaşamak için unutmak zorunda olduğunu belirtir.      = İnsan, unutur. (amiyane tabiriyle :) )

3 yorum:

  1. Beğendim, ama unutmakla ilgili daha fazla detay bekliyorum. İnsan olan unutmaz bence yada unutamaz.

    YanıtlaSil
  2. BELKİ DE KASTEDİLEN TAM ANLAMIYLA UNUTMAK DEĞİL DE KUVVETLİ OLAN ACININ DAHA HAFİFLEMESİ SONUCU, İLK ETAPTAKİ YAŞANILAN ACININ, ÜZÜNTÜNÜN, KEDERİN UNUTULMASIDIR. YOKSA OLAYLAR, HEP HAFIZAMIZDA...

    YanıtlaSil

Gelsin Yorumlar: