30 Kasım 2012 Cuma

KAYIP GÜL (Serdar Özkan)



Okuduğum için mutlu olduğum kitaplardan biri oldu. Uzunca bir süredir kitaplığımda duruyordu. Kardeşimin, Kayıp Gül' ü beğenmemesi benim de kitaba ön yargı ile bakmama neden oldu. Ama kaç zamandır da aklımdaydı; kitaplığımın rafından göz kırpıp duruyordu. Üzerinde yazan ''31 dilde, 40'ı aşkın ülkede'' ifadesini abartılı bulmuş ve kitaptan uzaklaşmıştım. Neyse... Demek ki her şeyin olması gereken bir zaman varmış. Varmış ki bu kitabı elime yeni almışım. Ve iyi ki de 'yeni' olmuş. Çünkü; bir süredir hem kendi iradem ve seçimimle hem de kendiliğinden karşıma çıkar vaziyette -ki aslında ''kendi iradem ve seçimim'' dediğim şey de aslında benim iradem ve seçimim gibi görünmesine rağmen , benim dışımda bana sunulan şey- benzer konular, düşünceler etrafında dolaşmakta, dolaştırılmaktayım. 

Şimdi bu kitabı okuyanlar belki de bu yazdıklarımı abartılı bulacaklar ama aynı nesne, aynı kişi, aynı olay, aynı durum; bakan kişilerin yaşayışlarına, hislerine, düşüncelerine göre şekilleniyorsa, kimilerine 'basit' gibi gelen bu    kitaptaki anlatımın da, anlatılanların da kişileri farklı iklimlere sürüklemesi normal karşılanmalı.

Yani ben, bu kitabı beğendim ve halen okumamış olanlara da tavsiye ederim.

Lafı çok uzattım. Yukarıdaki konuya ayrı bir yazımda daha detaylı değineceğim. 

....................................................................................................................................

Gelelim kitapta altını çizdiğim, beğendiğim, edebi bulduğum, sanatsal bulduğum, doğru bulduğum; kısacası burada yazmaya değer bulduğum cümle, bölüm, paragraflara:

Elindeki şarap bardağındaki son yudumu içip bardağı yere attı. İkinci şişeye uzanmak için gücünü toplamadan önce, bir an gözlerini az önce bitirdiği şişeye çevirdi. ''Biliyor musun,'' dedi şişeye, ''sen bana çekmişsin. Tükendiğin halde, utanmadan ayakta durabiliyorsun hala.''

''Descartes gibi insanlar, giydikleri kumaş parçalarına değer kazandırıyorlar. Bir de tam tersini düşünsene.''
''Ne gibi?''
''Kumaş parçalarının insanlara değer kazandırdığını.''

Kendini özel hissetmek için ihtiyacın olan tek şey, kendinsin.

Oysa soru varsa, cevabı da olmalıydı. Soru benimle ilgiliyse, cevabı da bende olmalıydı.

''Annenin varlığını hissediyorsun, demek ki o var.'' (Annesi ölmüş olan Diana' ya bunu söylüyor.''

''...seni ararken geçtiğim dönemeçlerle, Tanrı'yı ararken geçtiklerim arasında büyük benzerlikler var.'' (kaybettiği annesine yazdığı mektuptan)

Ben büyüdükçe Başkalarının bana olan ilgisi sürekli artıyordu. Beni çok beğeniyorlar ve ne yazık ki bu gerçeği benden hiç saklamıyorlardı. ''Ne yazık ki,'' diyorum çünkü zamanla onların bana olan beğenisinin ve benim bu beğeniyi koruma arzumun, beni en büyük düşümden, seni arayıp bulmaktan alıkoyduğunu düşünecektim. (bunu yine annesine söylüyor görünüyor ama bence ve tabii ki '' Allah'ı arayış '' ı kast ediyor.)

Sanki aynam kırılmıştı da, kendimi görebilmek için Başkalarına bakmak zorunda kalmıştım. Sürekli onlarla bir arada olmak istiyordum ki, ne zaman ''Gerçekten özel miyim?'' diye sorsam, onların hiç değişmeyen cevabını duyabileyim:''Evet, çok özelsin. Bu dünyada bir eşin daha yok!'' Sürekli aynı soruyu sormaktan ve aynı cevabı duymaktan kesinlikle bıkmıyordum. Deniz suyu içen birinin susuzluğunun artması gibi, duyduğum övgüler de bende sadece daha fazlasını duyma ihtiyacı uyandırıyordu. Daha kötüsü, Başkalarının onay ve takdirlerini kaybetmemek için sürekli onların beklentilerine cevap vermek zorunda kalıyordum. Ben artık ben olmaktan çıkıp Başkalarının istediği ben olma yolunda hızla ilerliyordum. Bir Başkası olma yolunda. Ama bir süre sonra, düşlediğimi değil de, Başkalarının benim adıma seçtiği hayatı yaşayarak mutlu olamayacağımı anladım. Bu gerçeği anlamamı sağlayan, yine, sesi her geçen gün daha az duyulur hale gelen kalbim oldu. Kalbimin, ''Mutsuzsun, Mary!'' diye haykırışını ince bir fısıltı olarak duymuştum. Haklıydı kalbim. En büyük düşümü terk ettiğim, seni aramaktan vaz geçtiğim için kendime o kadar kırgındım ki, artık ne Başkalarının beğenisinden, ne de onların her yanımı kuşatan ilgisinden haz alabiliyordum. Ama ne ilginçtir ki, sonunda mutsuzluğum, dibe vuruşum, bana seni aramayı sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğum gücü verdi.

''Resim yapıyordum zaten, sorun zamansızlık değildi. Sorun, yaptığım her yeni resmin bir öncekini aratıyor olmasıydı. Sonuçta, ben de her ressam gibi, tuvale içimi boyuyorum. Bu boyanın her geçen gün solgunlaştığını fark etmeye başlamıştım. Eski renklerim için ayrılmak zorundaydım kısacası.''

''...Sen göstermezsen, sende ne olduğunu ne bilecek?''

Kız olsun erkek olsun, arkadaşlarının çoğu, geride bıraktıkları ilişkiler sonrasında, haksızlığa uğrayanın hep kendileri olduğunu savunuyorlardı. Nedense herkes sevgilisini çok özel bir şekilde severken, sevgilisi ona aynı  şekilde karşılık vermiyordu.

Bağlanabilmek için önce bağımsız olmak gerekir.
Oysa insanların çoğu, yeni ilişkilere eski bağlarla geliyorlardı. Geçmişten taşıdıkları ister güvensizlik, ister anlaşılamamak, isterse de çevrelerine ördükleri savunma duvarları olsun, her bağ yeni ilişkiyi özgürce yaşamalarını engelliyordu. Daha önceki ilişkilerinde haksızlığa uğradıkları konusunda belki haklıydılar ama, haksızlık edenin karşı taraf değil de, bir türlü bırakamadıkları 'geçmişleri' olduğunu göremiyorlardı.

''Zaman ileriye doğru akıp gittiği sürece, büyülendiğimiz 'gelecek' el değmemiş 'geçmiş'ten başka bir şey değildir.''

''Okyanusta, güneşin ve rüzgârın tadına vararak mutluluk içinde yol alan bir dalga varmış...Çevresine gülücükler saçarak hızla akıp gidiyormuş karaya doğru. Ama bir süre sonra, önündeki dalgaların birer birer kıyıdaki dev kayalara çarptıklarını fark etmiş. Dehşete kapılmış. ‘Aman tanrım! Benim sonum da aynı onlarınki gibi olacak. Yok olup gideceğim birazdan,’ diye ağlamaya başlamış. Onun yanından geçen başka bir dalga, bizim dalganın hâlini görünce sormuş: ‘Ne oldu sana böyle? Niçin bu kadar üzgünsün? Bak, hava ne kadar güzel, güneş, rüzgâr, martılar...’Bizimki cevap vermiş: ‘Önümüzdeki dalgaları görmüyor musun, sen? Hepsi büyük bir hızla kayalara çarpıp yok oluyorlar feci şekilde. Birazdan biz de onlar gibi bir hiç olacağız!’ ‘Hayır, yanılıyorsun,’ demiş öbür dalga. ‘Bir dalga değilsin sen, okyanustan bir parçasın. ' ''


Loreena McKennit'in ''La Serenissima'' adlı eseri (Türkçesi ''en huzur dolu'' demek; okurken dinleyin, gerçekten de huzur dolu ve hemen dile dolanıyor, kulakta yer ediniyor.)




''Mary, bana dön!''
''Neredesin anne?''
''Sen beni hiç kaybetmedin; her an seninleyim.''
''O zaman seni niçin göremiyorum?''
''Çünkü sen benimle değilsin.''
''Peki seninle olmayı nasıl başarabilirim?''
''Beni kendinde gör.''
''Bunu beceremiyorum.''
''Öyleyse hediyelerimde gör beni.'' 
(Mary, annesi ile konuşur görünüp aslında Tanrı'yı ararken...)

''Kaybettiğini zannetmemek için, sende olanı ötende arama.''

''Orası bana çok uzak, aramızda koca bir okyanus var; hem ben yüzme bilmiyorum ki.''
''Korkma, sadece yürü. Eğer yükünü bırakırsa, su seni taşır!''
''Benim yüküm yok ki.''
''Suyun seni taşımayacağını düşünmen ağır bir yüktür. Şimdi onu bırak ve yürü.''


''Ama sen gideceksin. Çünkü kendini kalmaya ikna edemediğin için yanıma geldin.''

''Annen sana her şeyle sesleniyor, ama sen bunun farkına ancak Sokrates'i dinledikten sonra varacak ve annenin sesini duyabileceksin.''
(Sokrates, bir gülün adı.)

''Aslında 'gerçek' dediğimiz şeyler de inanılmaz değil midir zaten? Ayaklarımızın altında olduğu yerde durup duran Dünya'nın, esasında bir uçağın süratinden onlarca kat daha hızlı dönmesi örneğin...''

''Babanı aramayı ve ona kavuşacağını hayal etmeyi ne zaman bıraktın? Onu bulabileceğin bir yer olmadığını kim öğretti sana?''

''Hayatın değerini en iyi anlayanlar kimlerdir biliyor musuni Diana?''
''Ölümü tadanlar...''

''Düşler, gerçekleşecek olanın mayasıdır.''


''Bahçeye adım atarken amacın neyse, ancak onu elde edersin. Bahçede ne yaptığımız değil, yaptığımızı 'ne için' yaptığımız önemlidir. Yani senin bahçedeki niyetin, güllerle konuşarak başka insanlardan farklı olmaksa, ne yazık ki sadece kibir kazanırsın. Amacın sadece gülleri duymaksa, gülleri duyarsın. Bunun ötesinde, eğer bahçeye Mary gibi, anneni güller vasıtasıyla duyabilmek için girmişsen, o zaman da anneni duyarsın. Hepsi bir yana, eğer istediğin bir süreliğine değişik bir şeyler yalayıp sadece eğlenmekse, o da mümkün.''      


Cat Stevens'ın ''Morning Has Broken'' şarkısı



Rachid Taha'nın ''Ya Rayah'' şarkısı



''Herhangi bir kesir ele alalım, 1 bölü her hangi bir sayı... 1 sayısını böldüğümüz rakam büyüdükçe, cevaptaki 1'in önünde yer alan sıfırların adedi de artar. Yani eğer 1'i sonsuza bölersek,1'in önünde sonsuz sayıda sıfır yer alır. Böylece cevap, sıfır nokta sıfır sıfır diye sonsuza kadar sürüp gider. Ama biz hiç görmesek dahi, cevabın en sonunda mutlaka bir '1' rakamı vardır. Cevap sıfır, ama sonsuz kadar ötede de olsa, '1' ile biten özel bir sıfır. İşte bu çok önemli. Çünkü bu cevap, bir yandan bize, tahmin yürüterek güllerin söylediği şarkıyı bilme olasılığımızın sıfır olduğunu söylerken, öbür yandan da, şarkının ismine erişmenin imkansız olmadığına işaret ediyor.''  

''İmkansızı gerçekleştiren mucizeler değil, sürekliliktir. Suya sarp kayaları deldiren de budur. 21. yüzyıl insanına gülleri duyuran da..... eğer hiçlik yolunu sonsuza dek takip edersek, o 'Bir' e mutlaka ulaşırız.''  

''Eğer cevabın, 'Güller konuşamaz,' ise, bu da güzel, bunun için seni kimse ayıplamaz. Güllerin konuştuğuna inanmayanlar olmalı ki, güllerin konuştuğuna inananlar olabilsin... Gündüz, gece var olduğu için vardır; gece de gündüz var olduğu için. 'Gece mi daha güzel, gündüz mü?' diye sormak yerine, sen hangisinde yaşıyorsun kendine bunu sor.''

''Bir düşün, güllerin şarkı söylediğine inanan biri için hangisi daha keyifli olurdu? Uyumak mı? Yoksa onların şarkı söyleyişlerini duyma ümidiyle uyanmak mı?''

''Ama güllerin şarkı söylediğine inanman, hangi şarkıyı söylediklerini bilmene yetmiyor tabi ki. Doğru şarkıyı bilmenin sadece iki yolu vardır: Ya onları kendin duyacaksın ya da onları duyan birine inanacaksın. Tabi en güzeli, gülleri kendin duyabilmendir. İlahi bir sese sahiptirler. Seni senden alır, uzaklara götürür ve gül kokusuyla getirirler geriye. Üstüne güllerden sinmiş bir koku değildir bu. Gül kokusu artık senin içinden çıkıyordur. Gülünden sorumlu olmanın ne anlama geldiğini öğrenmişsindir çünkü.''    

''Tanrı annesinden haber bekleyen temiz kalpli bir kızı cevapsız bırakmaz. Yarattığı kullarını kendilerinden ve Kendisinden habersiz bırakmayacak kadar yücedir O... Kimi insanlar, Tanrı'nın, gündelik meselelerimizle ilgilenmeyecek kadar büyük ve yüce olduğuna inanırlar. Oysa O, büyük ve yüce olduğu için bizim en küçük meselelerimizle dahi ilgilenir. O,bizimle ilgilenir, hem de en güzel şekilde ilgilenir. ... Her birimizle ayrı ayrı, her birimizle özel olarak. O her an bizimledir; ama bunu hissedebilmemiz için, bizim de O'nunla olmamız lazım. ''

''O'na dua ettim, yalvardım, ama bir cevap alamadım.''
''O bizi cevapsız bırakmaz, Diana. Ama cevaplarını farklı yollarla iletebilir. Bazen bir rüya, bazen bir gül, bazense bir anne aracılığıyla... Bazen de bir dilenci.''

''Tanrı isterse her şey olur. Tanrı isterse, sırf Mary'ye annesinin haberini ulaştırmak için, 67 sene önce bir kadın ve bir erkek birbirini sever.
Evlenerek iki yıl sonra bir kız çocuğu dünyaya getirirler. Doktorlar erken doğan bebeğin fazla yaşamayacağını söyleseler de, bebek iyileşir ve büyür... Uzun yıllar sonra, yetişkin bir kadın olarak uzak ülkelerden birine yaptığı bir seyahatte, yaşlı bir bahçıvan ile tanışır; bahçıvan ona güllerle konuşmayı öğretebileceğini söyler. Kadın ona inanır ve yaklaşık 20 sene gülleri duyabilme sanatıyla uğraşır. Bu arada büyük sıkıntılar yaşar; sırf bu deliliği(!) yüzünden, eşi tarafından terk edilir, yaşadığı şehirde dışlanır ve sonunda İstanbul'a göç eder. Burada bahçeli bir köşk satın alarak, sadece güllerle ilgilenmeye başlar. Bir süre sonra, o bahçıvanın kalbine ektiği tohumlar açar ve sonunda güllerle konuşur.
Bütün bunlar ve çevresinde gelişen daha yüzlerce olay niçin gerçekleşir biliyor musun, Diana? Sırf, Tanrı bir gül aracılığıyla Mary'ye annesinin sesini duyurmak istediği için. İşte sırf bunun için, bir Zeynep doğar, bir bahçe kurulur ve bir gül açar.'' (bu hikayenin benzeri Nar Ağacı 'nda da vardı. bu 'zincirleme' olaylara, neden-sonuç'lara inanıyorum.)

''...amacına ulaşmak için her yaptığımızın nedenini bilmek zorunda değilsin.

...öğrenci de sensin öğretmen de... Tüm soruların cevapları sende. Dediğim gibi, bir zamanlar gülleri duyma yetisine bile sahiptin. Ben burada sadece sana unuttuklarını hatırlatmaya çalışacağım, hepsi bu. Gülleri duymak kolaydır. Çok kolay. Tek yapman gereken, ya unuttuklarını hatırlamak ya da öğrendiklerini unutmak. 
....
Sana garanti ederim ki, sen, bir sabah tertemiz saçlarını üst üste iki kez yıkadığını hayat boyu unutmayacaksın. Yaşanmış bir şey yaşanmamış gibi değildir.
...
...kalbine düşürülen bir iz. Şu anda silik belki, ama zamanı gelince belirginleşecek.  Belki bildiklerinin arık hiçbir işe yaramadığını keşfettiğin bir günde olur bu. Belki de yaşamın bir merdivene benzediğini ve yukarı çıkmayı sürdürmek için geride bıraktığın basamaklara artık dönmemen gerektiğini fark ettiğinde.''

''Başkalarının sevgisini kazanabilmek için yavaş yavaş kendimizi onların değer yargıları doğrultusunda şekillendirmeye başladık. Onlar gözle görünen özelliklerimize değer verdiklerinden, kokumuza özen göstermeyip dış yüzümüzle ilgilendik daha çok. Daha dik durmaya çalıştık yapay güller gibi, yapraklarımızı daha geç dökmek için çabaladık, hislendiğimizde taç yapraklarımız kırışmasın diye ağlamadık. Ve ihmal edilen kokumuz zamanla uçmaya başladı.''


''Ama aldığımız tüm övgülere rağmen, içten içe sevilmediğimizi hissediyorduk. Bizi kokumuzla ilgilenenler sevebilirdi yalnızca. Çünkü bir gülü gül yapan, kokusudur her şeyden önce. Başkalarının bize karşı duydukları his, olsa olsa 'beğeni' olabilirdi.''


''Bir gül, bir diğerinin aynasıdır çünkü; biri diğerine baktığında, ya kendi kokusunu ya da kendi kokusuzluğunu görür.''

Nasreddin Hoca

''Oysa bir bahçeyi bahçe yapan tohumlar bir dakikada serpilebilir. Bilirsin, gördüğümüz en uzun düşler bile bir dakikadan daha az sürer. Kim bilir, belki de düşlerimizi gerçekleştirmek için bir ömür tüketmek zorunda olmadığımızı anlatmaya çalışıyorlar bize. Yaşadığımız her dakikanın gücünü anlatmaya çalışıyorlar. Az önce kaybettiğin o dakikayı bir daha asla yakalama şansı bulamayacaksın, Diana. Bilemeyiz, belki de 21 Mayıs' taki 5:56'yı 5:58'e bağlayan o dakika, güllerin sesini duyabileceğin bir dakikaydı.''

''Bir değerim varsa eğer, bu sadece sizi sevdiğim içindir.''


''Başkaları senelerce seni gülleri duyamayacağına inandırabildiler de, ben niçin seni birkaç dakikalığına bir gülü göremeyeceğine inandıramıyorum?''   

Kız Kulesi


''Evet haklısın, ben öyle büyük bir şey değilim belki. Ama bir gülüm...İnsanlar beni övseler de bir gülüm, övmeseler de. Herkes benim için deli olsa da bir gülüm, yanıma hiç kimse uğramasa da. Sadece bir gül....
Ama, gül ne demek bilir misin sen, dostum? Gül, özgürlük demek! Başkalarının övgüsüyle var olmamak, yermesiyle yok olmamak demek. Yanlış anlama, ben de insanları severim; beni ziyaret etsinler, beni koklasınlar isterim. Ama bunu, onlara kokumu sunabilmek için isterim yalnızca.''
''Bahardaki övgüler seni ne kadar yüceltmişse, sonbahardaki düşüşün de o denli yüksekten oluyordu.''

''Karşımda küçülmelerini beklemedim onlardan hiç. Bu sevgi olmazdı; sevgi seveni küçültmez, büyütür. Üzgünüm dostum ama, sana tutkuyla bağlananlar bir gün seni terk edecekler. Çünkü onlar sana değil, kendi tutkularına tapıyorlar yalnızca. Ve bir gün gelecek, o tutkuları başka bir tanrıça bulacak. Senden daha güzel, daha güçlü bir tanrıça! İşte o zaman sen unutulacaksın. Kendini onların övgüleriyle var ettiğin için de, unutulduğun zaman yok olup gideceksin.''


''Bil ki, sürekli 'ben' demenin bedeli, öz benliğini unutmandır.''


''Belki kendimden vazgeçebilirim, ama senden asla. Çünkü bir gülün güzelliğini sana bakarak gördüm ben. Kendimi sana bırakarak bildim.''


'' 'Kendini özel hissetmek için ihtiyacın olan tek şey kendinsin,' derdi. Ama ben bunu anlamak istemedim. Hep başka şeylere ihtiyaç duydum:İlgiye, övgüye, gösterişe... Kısacası kendimi özel hissetmemi sağlayan her şeye. Beğenilmeden yaşayabilecek biri değildim ben. ...Başkalarının gözündeki 'ben'i seviyordum. Belki de sırf bu yüzden, en büyük düşümden, yazar olmaktan vazgeçtim.''


''Sadece sen değil, bir ölçüde hepimiz çevremizden kabul görmek için kendimizden ödün veririz. Ama kendi düşümüzü kovalamayı sürdürmeliyiz. Başkalarının beklentilerinin esiri olmamalıyız.''


''Diana... Hem başkalarından şikayet ediyorsun, hem de kendini bir başkasına soruyorsun. Unutma ki, senin için ben de bir başkasıyım.''


''Hiçbirimiz kusursuz değiliz. Kusursuz olmak zorunda da değiliz.''


''Ne ben ne de bir başkası senin yaşamını yargılama hakkına sahibiz, yavrum.''


''Ama bana kendini sorma Diana... Ben seni bilemem. Ve hiçbir zaman da seni sana öğretemem.''



''Sen buraya iyi öğrenim görmüş, birçok şey bilen biri olarak geldin. Ama bu özelliklerinin hiçbiri seni güllere kulak vermekten alıkoymadı. İnan bana, bu hiç de kolay değildir. Daha iyiye, iyiyi terk etme casaretine sahip olanlar ulaşır yalnızca.''


''Biz her zaman kalbimizin olduğu yerdeyizdir, Diana. Eğer kalbin buradaysa, hiç üzülme. Bedenin bahçeden ne kadar uzakta olursa olsun, dersler tamamlanır; bundan hiç şüphen olmasın.''


''Bir gün sen de gülleri duyacaksın yavrum. O zaman bunu bir mucize olarak görme sakın; bu sana hayatın her anının bir mucize olduğunu unutturur. Sadece güller değil, her şey konuşur çünkü.''


''Ama o, seni, senin kızın olmanın tadını hiç bilemeden sevdi.''

''Sevgi, sevgi değildir; seven karşılık beklerse.''



''Bu öykü benim için anlamlı. Çünkü senin hakkında.''

''Hediyeyi bu iyiliğinin küçük bir karşılığı olarak kabul edemez miydin?''

''İyiliğe karşılık, ha? Ona alışveriş derler, küçük hanım.''

''Bir anlamda hepimiz Efes şehri gibiyiz; içimizde hem Artemis'i, hem de Meryem'i barındırıyoruz.''


........................................................................................................................................


Hamiş 1: italik yaptığım yerler özellikle çok hoşuma giden yerler.

Hamiş 2: yazı aralarına koyduğum müzikler ve resimler, kitapta belli bir amaçla yer alan şeylerdir. Ben de sizlerle paylaşmak, renk katmak istedim.
Hamiş 3: Loreena McKennit'le de, en ünlü parçası ''La Serenissima'' ile de ve diğer eserleri ile de yeni tanıştım. Yazımı okurken arka fonda, -üstteki- Loreena McKennit'i( tek parça) veya -alttaki- Loreena McKennit'i (bütün parçaları ardarda) dinleyebilirsiniz.
Hamiş 4: kaç zamandır aklımda idi Yunus Emre ve Nasrettin Hoca'yı araştırmak. Bu kitap bana işaret olmuş oldu.
Hamiş 5: bu kitabın ''Martı Jonathan Livingston'', ''Küçük Prens'' ve ''Şeker Portakalı'' ile eş değerde tutulması, bir Türk olarak gururumu okşadı. Çok şükür ki, 3 kitabı da okumuştum hem de taa ortaokulda ama tekrar okumak niyetindeydim. Bunları da tekrar okumak farz oldu yani.

  ve 
 ve 

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       

4 yorum:

  1. Ellerine, aklına ve yüreğine sağlık. Teşekkürler...

    YanıtlaSil
  2. kayıp gulu okumadım ama hayatın ışıkları yakıcayı okumuştum ve begenmıstım sımyacı ve martıdan sonra 3.kıtap sıramdadır :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. simyacı ve martı zaten çok güzeldir, zaten de listenizdeymiş;
      kayıp gül'ü de beğeni ile tavsiye ederim.

      Sil

Gelsin Yorumlar: