18 Kasım 2013 Pazartesi

^^EGOYU KİTAPLA BESLEMEYİN^^

Günümüzde fertlerin zihin ve his dünyasında benlik ve enaniyet hâkim. Çünkü insanlar kişisel gelişim kitapları ve kitle iletişim araçları eliyle bencilliğe yönlendiriliyor.

Egoyu kitapla beslemeyin


Günümüzde insanlar, her türlü iletişim kanalı ile adeta en güzel, en başarılı, en beğenilen, bir bakıma her şeyi en iyi bilen olmaya zorlanıyor. Kişisel gelişim kitapları da bu yolda büyük işleve sahip.
"Sen her şeyin üstesinden gelirsin.”, “Bunun için yeterli donanıma sahipsin.”, “Yeter ki içine dön, kendi gücünün farkına var.”, “Benliğinin sahip olduğu kudreti açığa çıkar.”… Kişisel gelişim kitaplarında bunlara benzer daha pek çok cümle var. Vurgulanan şey ise çok açık: “İnsanın yaşadığı bir sorunun üstesinden yine kendi benliği gelir. Son tahlilde insan, sadece kendine muhtaçtır!” ‘Egoyu yücelten ve insanı bir nevi putlaştıran bu kitaplar, uzun bir süre boyunca çok satanlar listesinde yer aldı, almaya da devam ediyor. Eminiz söz konusu kitapları okurken çoğumuzun aklına şu soru takılıyor: “İnsanoğlu gerçekten de kendi kendine yeter mi?”
Günümüzde tüketimi arttırmak amacıyla insanlar belli kimlik nitelikleri taşıyarak yaşamaya ve her alanda ‘en’ olmaya özendiriliyor. Beşer, her türlü iletişim kanalı ile adeta en güzel, en başarılı, en beğenilen, bir bakıma her şeyi en iyi bilen olmaya zorlanıyor. Medya kanalıyla pompalanan bu nitelikleri ne yazık ki içselleştirebiliyoruz. Haberimizin girişinde de örnek verdiğimiz gibi kişisel gelişim kitaplarına bu çerçeveden baktığımızda insanların ‘en iyi’ ya da ‘üstün’ olmaya teşvik edildiğini görüyoruz. Haliyle bireyler çocukluktan yetişkinliğe tüm hayatı boyunca başkalarını geçmeyi hedefliyor. Fakat gariptir ki herkesi geçip ‘en’ olduğunda da fert huzur bulamıyor. Çünkü ‘en iyi’ olmak her an kaybedilebilecek bir özellik. Celal Bayar Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Özmen’le sürekli başarı hedeflenmesinin doğru olup olmadığını konuştuk.
Özmen, bu yönlendirmelerin ne yazık ki insanların kendilerini ve kimliklerini özgürce yaşamalarını, psikolojik ve sosyal huzuru bulmalarını engellediğini düşünüyor. Özmen analizine şöyle devam ediyor: “Hazır reçeteler verilerek ‘başarılı’ olmak o kadar kolay ulaşılacak bir şey gibi gösterilir ki kitabı okuyunca birçok insan, yaşamının bambaşka olacağı hayaline kapılır. ‘En’ olamamak başarısızlık gibi sunulduğundan insanı mutsuz eden bir kısır döngü başlar. İnsanlar kitaplarda sunulan hazır reçeteleri sorgulamak yerine kendilerini sorgulamaya ve kendisinin başaramadığını düşünmeye başlar.”
Kişisel gelişim kitaplarının önemli bir kısmı bireyin gelişimini öne çıkarırken, kişinin içinde yaşadığı toplumu adeta yok sayıyor. Sadece kendi gelişimini düşünen kişiler, toplumdaki problemlere kayıtsız kalıyor. İhtiyaç sahiplerini görmezden gelebiliyor. Oysa içinde yaşanılan toplumda yardımlaşma, uyum ve huzur yoksa o toplumu oluşturan bireylerin mutlu olması mümkün değil. Ayrıca insanların kişisel gelişime olan ilgi ve merakı kötüye de kullanılabiliyor. Piyasada yalnız ticarî kaygılarla çıkarılan ve çeşitli kampanyalarla ciddi satış rakamlarına ulaşan çok sayıda kişisel gelişim kitabı bulunuyor.

İnsanoğlu, Rabb’ine karşı acziyetinin farkına varmalı

Günümüzde fertlerin zihin ve his dünyasında benlik ve enaniyet hâkim. Çünkü insanlar başta kişisel gelişim kitapları olmak üzere kitle iletişim araçları eliyle bencilliğe yönlendiriliyor. Kendileri için tüketen, kendileri için yaşayan bireyler haline geldik çoğumuz. Dolayısıyla hayatın değişik kademelerinde belli bir konuma sahip kişiler, kendilerini diğer insanlardan daha farklı ve üstün görerek, çevresindeki insanlara karşı muamele ve tavrını da bu anlayışa göre şekillendiriyor. Hâlbuki makbul olan, hayatın yüksek bir gayeye, o gayenin de Allah’ın rızasına bağlanması. Modern dünyada uçsuz bucaksız egolara sahip insanların bunu unuttuğu aşikâr. Hatta arada o kadar ince bir çizgi var ki, kendisinin muhtaç olduğunu unutan birey, o çizgiyi geçtiğinde şirke kadar varabilmekte.
İnsanın; ihtiyacı olan herhangi bir şeyi elde etmeye istekli olmasına rağmen ona ulaşmada âciz, güçsüz ve yetersiz olduğunu, Rabb’inin duasını işiteceğini ve isterse ihtiyacını gidereceğini bilmesi lazım. Çünkü kul; fâni, sınırlı, zayıf, arzu ve ihtiyaçlarla kuşatılmış bir varlık olarak yaratılmıştır. Dua gibi bir ibadetin olması boşuna değil. Dua, büyük-küçük, güçlü-güçsüz tüm müminlerin Yaradan’a niyazda bulunması, acziyetini ifade etmesi anlamına geliyor. Şu ayet bu durumu en güzel şekilde gözler önüne seriyor aslında: “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ise yalnızca O’dur.” (Fâtır, 35/15)
Tekkelerde üzerinde “Hiç” yazan levhalar bulunur ki bu, insana, enâniyetten vazgeçip acziyetini idrâk etmeyi hatırlatmak içindir. Bütün mesele kulluğumuzun farkında olmak. Elbette ki insanın toplumsal yaşam içerisinde hayatını idame ettirebilmesi için bir özgüvene sahip olması gerekiyor. Fakat bunun sürekli şişen bir ego şeklini alması, insanın kul olduğunu unutup bu bilinçten uzaklaşmasına kapı aralayabiliyor. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin analizinde olduğu gibi: “Günümüzde, özgüven mülâhazasıyla benlik, enaniyet ve ego öne çıkarılmış ve bu durum sâri ve öldürücü bir hastalık gibi yayılmıştır. Umum varlık ve genel nizama arkasını dönüp egonun karanlık labirentlerinde ömürlerini geçirenlerin kurtuluşa erdikleri görülmemiştir. Geleceğe yürümeyi plânlayanlar, egoizmayı bırakıp mutlaka herkesle ve her şeyle el ele olmalıdırlar. İradeler ve idealler; hakiki mânâda bütünleşmiş heyetlerin, kenetlenmiş azimlerin ve kolektif şuurların desteğini aldığı ölçüde gerçek değerini bulacaktır.” h.ilhan@zaman.com.tr

Ay Işığı Serinliği...Graham Greene

''Umutsuzluk, olanaksızı amaç edinmenin bedelidir. Denir ki, bu en bağışlanmaz günahlardan biridir. Namussuz ve kötü insanlar asla bu günahı işlemezler. Böylelerinin her zaman umudu vardır. Tam bir bozguna uğradıkları o donma noktasına asla gelmez onlar. Sadece iyi niyetli insanlar yüreklerinde cehennem bileti taşırlar.'' 

ALES, bir günüme yetti.

Hem beni yordu, hem de bütün günümü doldurdu.

Lakin Elhamdülillah sınavım çok iyi geçti.

Sınavları seviyorum ben ya...

Hele Türkçe sorularında öyle güzel paragraflar koyuyorlar ki, sınavı bırakıp o paragrafları keyifle okumak; cümle altı çizmek; notlar almak istiyorum =) Tuhaf mıyım ne! =)

Bununla beraber bugün başkaca, çok güzel gelişmeler de oldu ama onun yazısını belki yazarım belki de yoğunluğumdan sebep yine yazamam...

Ama çok mutlu olduğum bir gün oldu; bu kadarını yazayım en azından =)

Gelelim bu haftanın kitabına:

Dünya Klasikleri arasında yer alan, 
Öteki Yayınevi' nden çıkan, 
Graham Greene' ye ait 
326 sayfa olan,
''Ay Işığı Serinliği'' kitabı...



Kitabın arka kapak yazısı şöyle:

''Umutsuzluk, olanaksızı amaç edinmenin bedelidir. Denir ki, bu en bağışlanmaz günahlardan biridir. Namussuz ve kötü insanlar asla bu günahı işlemezler. Böylelerinin her zaman umudu vardır. Tam bir bozguna uğradıkları o donma noktasına asla gelmez onlar. Sadece iyi niyetli insanlar yüreklerinde cehennem bileti taşırlar.'' 

(Çok beğendim bu cümleleri!)

14 Kasım 2013 Perşembe

''Sokağa Çıkma Yasağı''



 ''Düşle gerçek arasında gidip gelen bu oyunda sokağa çıkma yasağı sonucunda bir otelde bir araya gelen insanların, birbirleriyle ve kendileriyle olan iletişimsizlikleri, yalnızlıkları, tepkisizlikleri anlatılıyor. Oyun dışarıdaki baskının ve sıkışıp kalma durumunun aynı zamanda insanın kendi içinde de yaşadığını ironik ve trajikomik bir biçimde izleyiciye yansıtıyor.'' diyor oyunun tanıtım yazısında.

Eser Civan Canova' ya ait olduğu için merakla gittim. Keyif veren bir oyundu.
Evde TV karşısında, neler olacağını tanıtım vtr' lerinden bile anlaşılan, dizileri izlemektense canlı canlı performans izlemek; sunulan metaforlara kafa yormak ve yaşanılan anların tekrarının olmayacağını bilmek; geçirilen vakti daha kıymetli, verimli kılıyor.

Oyuncu kadrosu genişti.

Gittim; izledim; beğendim.

Bu oyunu izlememe vesile olan Sevgili Deniz;
sana teşekkürlerimi sunuyorum...
Defalarca söyledim biliyorum ama tekrar söylüyorum:
Seni Seviyorum! =) =)

Tavsiye ederim.

10 Kasım 2013 Pazar

''DIANA- Yalnız Avlanan Tanrıça''

Bu kez; 
Can Yayınları' ndan çıkan
208 sayfa olan,
Carlos Fuentes' in yazdığı,
Pınar Kür' ün çevirdiği

''DIANA- Yalnız Avlanan Tanrıça''

Kitap; yazar Carlos Fuentes' in kendi hayatında yaşadığı aşkı anlatıyor.
Yani; gerçek hayattan alıntı...

Konusu:

41 yaşında ünlü bir şair ve yazar, sadık kaldığı tek şey edebiyat olan bir Don Juan ve 31 yaşında, güzelliğinin doruğunda bir kadın, ünlü bir sinema oyuncusu. Bir yılbaşı gecesi tanışan ve ikisi de evli olan bu iki kişi arasında tutkulu bir aşk başlar. Yazar, kadının gizemli güzelliğinin büyüsüne kapılmıştır, aşkla, şehvetle bağlanır ona. Ama adını bir tanrıçadan alan Diana, yalnızca kendinden daha ileride olan erkekleri kovalayan bir kadındır; yazardan bıkar. Yalnızca iki ay süren bu birliktelik, "Carlos Fuentes"in Diana ya da "Yalnız Avlanan Tanrıça" romanına konu olur. Romanın başkişilerinden Diana, 41 yaşında intihar eden ünlü Amerikalı oyuncu Jean Seberg, yazar da Carlos Fuentes'tir; Diana'nın kocası ise, ünlü Fransız yazarı Romain Gary. Aradan 26 yıl geçtikten sonra bu kısa, ama yoğun yaşanan aşkın romanını yazan Fuentes, "Diana'nın öyküsü bir hayaldir," diyor, "çünkü tüm aşklar gibi yaşamın kendisi de bir hayaldir."