27 Eylül 2016 Salı

dertleşmeye ihtiyacım vardı... içimdekileri atmaya ihtiyacım vardı... ben de yazdım...

hiç unutamadığım, her daim bir sebeple hatırladığım, içimi yakan hatıralar:



* bir gün annem ve dayım ile, şahsi bir araçla köye giderken dayımın, babamın hakkında anneme atıp tutması... annemin, binbir şekilde kıvranarak hem kocasını savunmaya çalışıp hem de abisini kırmamaya çalışması... ve o esnada arka koltukta oturan ilkokul yaşta küçücük çocuk olan benim, babama edilen laflara üzülmem, kötülenen kişi benim babam olduğu için kendimi küçük görülüyor/düşürülüyor hissetmem, annemin ne abisine ne de kocasına toz kondurtmamaya ve dik durmaya çalışmasını ama üzüldüğünü görmem... konuşulanları hem dinleyip hem de içten içe düşünmüştüm yol boyunca ve üzerinden 20 yıla yakın süre geçmesine rağmen halen düşünürüm; neydi dayımın babamla alıp veremediği? benim babam gerçekten kötü/pis bi adam mıydı? babam kötü/pis biri olsa bile o adam benim babamdı ve benim yanımda, küçücük bir çocuğun yanında kötüleniyordu, hem de o çocuğun dayısı tarafından ve o çocuğun annesi habire hem kendini hem de kocasını savunmak zorunda kalıyordu. dayım bir öğretmendi, neden arka koltukta oturan benim ve kendi kız kardeşinin gururunu, duygularını hiç önemsemiyor, neden örselendiğimizi hiç düşünmüyordu? ve işin asıl ilginç yanı, eğer babam bu kadar kötü biri ise, annem yanlış bir seçim yapmış ise dayım neden biz yeğenlerine veya kız kardeşine hiç sahip çıkmıyordu? neden ben dayımla olan hiçbir başka anıya sahip değilim? haaa pardoon bir anım daha var: İst.da bir tanıdığımızın düğününde dayımla karşılaşmamız ve benim bile zor hatırladığım dayımı, küçük kardeşimin hiç tanımaması... 



* beni çok ama çok seven biri oldu birkaç yıl evvel. beni her gördüğünde 'ne kadar güzelsin' , 'bugün de çok hoşsun' şeklinde insanı çok mutlu eden cümleler kurardı. bakın 'insanı çok mutlu eden' diyorum 'beni çok mutlu eden;' demiyorum; çünkü ben bu durum karşısında mutlu değil mahcup olurdum hep ve hep şu yanıtı verirdim: 'ya, tabi tabi' , 'ne alakası var ya' , 'beni mutlu etmek için söylüyosun' ...vs. bir gün bana dedi ki:' neden söylediğime inanmıyorsun? bir kere de sadece teşekkür et, kabul et ama reddetme.' işte o an dank etti kafama! o an fark ettim davranışımı! bilmiyordum ki davranışımın karşı tarafı yaraladığını, onun iyi niyetini baltaladığımı ve belki de söylemeye niyetlendiği diğer güzel cümleleri söyleme cesaretini ve isteğini kırdığımı! peki ben neden böyle bir davranış içindeydim? neden kabullenemiyordum bana sarf edilen bu güzel cümleleri? çünkü inanmıyordum. o insana inanmıyordum. sadece o insana değil, bana böyle güzel cümlelerle gelen erkeklere inanmıyordum. çünkü bu güzel cümlelerin altında art niyet, sadece beni elde etme çabası, köprüyü geçene kadar davası arıyordum. çünkü bana erkeklere güvenmemem öğretilmişti. çünkü erkekler aldatıcıydı. bugün yüzünüze güler, yarın sizi elde edince o güzel günleri burnunuzdan fitil fitil getirirlerdi. işte ben bu nedenle reddediyordum yaşanılabilecek güzellikleri. çünkü kendimi ümitlendirmiyordum, gardımı alıyordum. ümitlenip sonra hüsrana uğramaktan/uğratılmaktan korkuyordum. kendimi, yine kendim koruyordum. ve özelliklerle erkeklere karşı olan bu ''kendimi korumacı'' tavrımın altında kuvvetlemuhtemel, yukarda anlattığım ''babama duyulan güvensizlik'' olayı yatıyordu.



*babamı kaybedeli 20 sene oldu. rahmetliyi severdim. 'çok severdim' diyemiyorum; zira çok sevecek vaktim olmadı. kaybettiğimde henüz ortaokul 2.sınıf öğrencisi küçücük bir kız çocuğuydum. ama beraber geçirdiğimiz o kısacık süre içinde bile diğer 4 kardeşimden farklı bir bağ kurmuştum babamla. hissediyordum. 'biz' farklıydık. baba ve 5 çocuğu içinde 4. sırada olan, en küçük kız evladı arasına 'biz' bağı oluşmuştu. oluşmuştu ki ben şu an bu şekilde yazıyorum. ve o, 20 senedir yok. yani evimde-yuvamda-büyüdüğüm-kişiliğimin şekillendiği ve oturduğu-genç kız olduğum-hayatta ciddi adımlar attığım hiçbir anda o adam yoktu. 20 yıldır evimi annem yönetiyor, idare ediyor, besliyor, büyütüyor, çoğaltıyor, artırıyor. eee ben ne gördüm yıllardır yuvamda? ben de bir kadın olarak güçlü olmalıyım, paramı kazanmalıyım, dik durmalıyım, bir yuvanın eksiği-gediği ve hatta her türlü hastalık durumu, evlendirmesi-evlat-torun torba bakması, her bir şeyini bilmeliyim... çünkü, ya benim de kocam ölürse? ya ben de bir başıma ama bir çok zorlukla ve sorumlulukla baş etmek durumunda kalırsam? ya benim de yanımda en zor günlerimde yanımda eşim-dostum-akrabam kimsem kalmazsa/olmazsa ve sadece kendim kalırsam? çünkü 40 yaşında iken 5 çocuğuyla dul kalan ve kocası öldüğünde çocukları sırasıyla 23, 22, 19, 14 ve 6 yaşlarında olan ( -ki babamı kaybettiğimiz yıl sadece en büyük ablam evliydi, diğer ablam üniversitede, abim lisede, ben ortaokulda okuyorduk, erkek kardeşimse henüz ilkokula bile başlamamıştı.)  annem, o cennetlik, o güzel, o güçlü kadın benim rolmodelim olmuştu; benim örneğim, evimin lideri ve her şeyi oydu. ben de onun gibi olmalıydım ki başıma gelebilecek güç anlarda güçlü olabileyim, EvelAllah ayakta durabileyim, Rabbimden başka kimseye boyun eğmeyeyim, yardım istesem bile o aldığım yardımın geri ödemesini sözümü yutmadan geri yapabileyim. ardımdan kötü konuşturtmayayım, 'başaramadı' dedirtmeyeyim...vs

*işte bu nedenler ve saymadığım daha bir sürü nedenlerden ötürü de devlet memuru oldum. EvelAllah kendi bileğimin-emeğimin hakkıyla... böylece her ay belli bir vakitte gelecek olan, çalışmamın karşılığını 'acaba hesabıma para yatacak mı?' diye sorgulamadan alabileceğim bir işim oldu. çünkü rahmetli babam da bir devlet memuruydu.




çünkü güçlü annem de bir devlet memuruydu. çünkü biz 5 kardeşi, Muş' tan, yani doğudan geldiğimiz için küçümseyen, bir şey başaramayacağımızı ve değil üniversite, lise bile okuyamayacağımızı düşünen 1.dereceden akrabalarımız(!) oldu. 

çünkü babam rahmetli olana kadar yaşadığımız, bir camı boydan boya kırık olan ve o kırık camın yerine yenisini taktıracak paramız olmayıp, rahmetli babamın bulduğu bir yapıştırma yöntemiyle tutturduğumuz camlı lojmanda giyim-kuşamımız ve yaşantımız onlar gibi olmadığı için bize -giyilmeyecek durumda olan- eskilerini veren ve ne biz 5 kardeşi ne de annemi muhatap almayan insanlar ve o insanların bizi birkaç cümleyle harcayan çocukları oldu.


çünkü, kıtkanaat 5 çocuğunun okul-sağlık-yemek-bakım vs her şeyi ile ilgilenmeye ve yetişmeye çalışırken evine lüks eşya döşeyemeyen ve bu nedenle evi beğenilmeyen ve bizatihi yine benim yanımda 'ay siz bu küçük evde mi yaşıyorsunuz??' deyip evimize ayakkabı ile giren bir akrabamız(!) oldu. 









çünkü, annem ameliyat olduğunda ben, küçük kardeşimle annemin yatağı başında beklerken, güya annemi ziyarete gelip, ziyaretten ayrılırken kardeşime 'yanımda para yok, köye gel de benden para al' diyen bir akrabamız(!) oldu. (-ki kendisinin mal varlığının yanından benim maaşlarım geçemez bile. kaldı ki kendisinden para isteyen de olmadı. ama güya bize acıyarak kurduğu o acınası cümle, bizim yüreğimize yara oldu. )




çünkü ben bunları yaşarken hep ''bir gün çok iyi yerlere gelcem ama kimseye, hele ki ekonomik durumu kötü kadın ve çocuklara sizin gibi davranmıycam, onlara acımıycam, çünkü siz bana acıdıkça ben küçülüyorum, üzülüyorum, gururum zedeleniyor ve acıyarak yapılan her bakış karşı tarafı deler geçer mahveder, EvelAllah ben onlara destek olcam, sevgi dolu bakcam'' dedim.






dedim...

3 yorum:

  1. Yazdıklarınla beni de geçmişe götürdün,Rabbim iyilerle karşılaştırsın,sanırım biz yaşadıklarımızdan ders alıp ona göre davranıyoruz,Rabbime sonsuz şükür,peki ya ders Almayanlar!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rabbim iyilerle karşılaştırsın... Amin...

      Sil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Gelsin Yorumlar: