30 Ocak 2013 Çarşamba

Ah ki ne ah!!!!!

Farklı bir yazı yazmak için nete girmişken, taze bir haberle sarsıldım. 
Bir kadın daha kocasının kurbanı oldu!!!
Uşak' ta yaşayan Nermin Şen, 15 sene evvel -taa 15 sene evvel!!!!- boşandığı kocası tarafından 17 yerinden bıçaklanarak öldürüldü.
Karısına sayısız tehdit savuran, hapishanede yatan adam, hapishaneden çıktığı gün   Nermin Şen' i öldürdü.
Ve -güya- Nermin Şen devlet koruması altındaydı.
Ne oluyor yahu?!
Nasıl dayanılır her gün bu cinayet haberlerini almaya?!
Nedir bu hain ve zalim kocaların boşandıkları/hala beraber oldukları karılarından istekleri?!
Nasıl bir namus, sahiplenme, sevgi anlayışıdır bu?!
Nasıl bir erkeklik gösterisidir bu?!
Kime, neyi, nasıl ispatlıyorlar?!
Nasıl bir hazımsızlık, kendini bilmez, öz güven eksikliği, cehalet, sevgisizlik, iman eksikliği halidir bu?!
Neden haberlerde bu cani erkeklerin isimleri, fotoğrafları afişe edilmiyor?!
Neden haberler kurban kadınlar üzerinde yoğunlaşıyor?!
Neden kınama haberi değil de kadına acıma haberi yapılıyor?!
Ve neden bu kadına acıma haberi ufacık bir dipnot gibi, kadıncağız ev işi yaparken bir yerini yaralamış gibi yapılıyor?!
Neden bu cani, beyinleri gelişmemiş, değer kavramı yanlış yerlerine monte edilmiş erkeklere dair ciddi bir cezayi müeyyide (yasalar ve toplum tarafından) uygulanmıyor?!
Neden caydırıcı önlemler alınmıyor ki, bu haberlerin ardı arkası kesilmiyor?!
Toplum, en ufak yanlış hareketinde dışladıkları kadınlara gösterdiği hassasiyeti(!) neden bu sapık ruhlu erkeklere göstermiyor?!
Kadın dedikodusuna, lafına göndermeler yaparken, dedikodunun en pisini kahvehanelerde ve kendi meclislerinde yapan erkekler, neden bu konuda -kendi analarını, kardeşlerini, kızlarını düşünmeden- birbirlerine öğüt telkin etmiyor?!
Neden karakollarda, mahkemelerde, adliyelerde ŞİDDET mevzusu, SIRADAN AİLE SORUNU gibi karşılanıyor?!

Afişe edilmeliler!
Boy boy fotoğrafları yayınlanmalı ve büyük puntolarla ad-soyadları yazılmalı!
''Yine bir Gül Dünya Haberi'' başlığıyla değil, cani-sapık-sapkın kocanın adıyla ve lanetleyerek yapılmalı haberler! 
Yüzlerine tükürülecek derecede aşağılanmalılar!
Ah benim toplumumun, erkekliği yanlış bilen erkekleri,
Ah benim toplumumun erkeklere yanlış paye veren kadınları,
Ah benim toplumumun okumaktan, öğrenmekten, değişime açık olmaktan uzak bireyleri,
Ah ki ne ah!!!!!

Günün Fotoğrafı, Günün Şarkısı


çok vahşi, bir o kadar karizmatik, sinsi sinsi yaklaşan bir havası var di mi?





bi arkadaşım gülben dinlediğimi öğrenince (o sıralar 'çilekli' şarkısını çok dinliyordum), ''seni tanıyan kültürlü biri olduğunu düşünür; çok kitap okumalar, kendini geliştirmeler, musiki cemiyetlerine gitmeler... hale bak, gülben dinliyosun!!!'' demişti :) 
bugün de üstüste yukarıdaki şarkısını dinliyorum, replay' e bağladım, belki de 30. kez çalıyor ama nasıl iyi geldi anlatamam. sebep? iyi geldi işte...

29 Ocak 2013 Salı

Ferdi Özbeğen ve Erbain Çıkarmak


Erbain Çıkarmak ve Ocak Ayında Ölümler yazım oldukça ilgi görüyor.
Yazının içeriğinin doğruluğunu bizzat yaşayarak görüyoruz.
Ne diyordu yazıda?: Erbain süresince sağ kalanlar ve Şubat ayına ulaşanlar, seneyi atlattıklarını var sayarlarmış.
Bu süreyi Ferdi Özbeğen atlatamadı ve Hakk' ın rahmetine kavuştu.
Allah rahmet eylesin.

                                       Aklıma gelen ilk şarkıları bu,( dilek taşı):



                                                       ve bu (sevda) oldu:
bu şarkıyı her dinlediğimde her 'sevdaaaa sevdaaa' deyişinde gözlerim dolar; aynen şu an olduğu gibi...


                                       ve tabi ki ''işte bu bizim hikayemiz'' var:


Duygulandım.
Bir döneme ait önemli isimlerden biri daha hayata veda etti.
Çok çok önemli bir şey bu: bir dönem, yıllarca bu şarkılar dinlendi ve hatta günümüzde de dinleniyor!
Kaç aşık bu şarkılara 'bizim şarkımız' dedi,
Kaç çift bu şarkılar eşliğinde 'ilk dans'ını yaptı,
Kaç düğünün giriş şarkısı oldu bu müzikler,
Kaç filme konu oldular,
Kaç kişi efkarlandı bu şarkılar eşliğinde,
Kaç kişi sevdiğini düşüp nağmeler dizdi.

Allah rahmet eylesin diyelim tekrar.

Cem Yılmaz ve Şahan Kıyaslaması




Hem CMYLMZ FUNDAMENTALS' ı hem de Celal ile Ceren' i sinemada izlemiş biri olarak bu kıyaslamayı gayet rahat yapıyorum.
Şu anki durum nedir bilmiyorum ama gösterime girdikleri ilk hafta itibariyle Şahan 100 bin kişi ile öndeydi.
Ve bu durum tuhafıma gitmekle beraber yurdum insanıma kızgınlık da duymadım değil.
Haa gerçi ben de kızgınlık duyduğum yurdum insanı güruhuna dahil oluyorum Şahan' ın filmini izlediğim için.

Ama ben bi ümitle gittim Şahan' ın filmine. Recep İvedik' in hiç bir filmini izlememiş, desteklememiş biri olarak ''Bu kez güzel bir film yapmış galiba'' deyip Şahan' ın performansı ile tanışmaya gittim. Ve bu yazımda da dediğim gibi ifrit oldum kendisine de havalisine de!
İnsanlar bu bayağılığı nasıl sever de güler, hiç mi kendilerine (özellikle hemcinslerimin) saygıları yoktur da tt yaparlar, nasıl bir toplumuz ki 'Şahan yine gülmekten kırdı geçirdi' başlığı ile tanıtılır bu film?!

Ve amaç gülmek ise CMYLMZ' ın FUNDAMENTALS' i nasıl geride kalır? Al sana işte, zeka ile örülmüş, güncel yaşamdan alıntılanmış, bizi bize güldürten ve sempatik bir dille tanıtan kahkaha bombardımanı!

Bence Şahan' ın fark atmasının nedeni; insanların (özellikle erkeklerin) Cem Yılmaz' ın şakalarını beğenmemeleri, zeki bulmamaları, 'Ne var bunda ben de yaparım aynısını', 'Ne var şimdi bunda, anlattıklarına bak, kazandığı paraya bak', 'Biz yapınca küfür oluyo, bu herif yapınca stand-up oluyo' demeleri, gösteri sonrası esprileri yapmaya çalışmaları ama sanki hiç bir şey izlememişler gibi aynı espriyi aynı tatta yapamamaları ve bence ana neden olarak kıskanmaları.
Cem Yılmaz' ı elit kesimden saymaları da uzak durmalarının bir başka sebebi bana göre.

Şahan' ın önde gitme nedeni ise -ki umarım bu durum değişmiştir- Şahan' ın alt tabakaya daha çok hitap etmesi -ki alt tabakanın sayısı azımsanmayacak derecede ve bu doğal olarak gişeye de yansıyor- , Şahan' ın R.İvedik karakteri ile -güya- halka ait bir karakteri ortaya çıkarması, Şahan' da zekanın, incelikli üslubun kullanılmayarak direk ağza gelenin söylenmesi ve yurdum insanının çoğunluğunun da zaten bunu uyguluyor olması. Bu nedenle kendilerinden biri gibi görüyorlar Şahan' ı da karakterlerini de.
Ama tekrarlamadan geçemeyeceğim: bu kadar belden aşağı laf, bu kadar seviyesiz konuşmalar, bu kadar yapay bir hikaye ve yapmacık karakterler, sıfır sanat ve yetenek bir filmde toplanırsa ve o film zirvede yer alırsa, sorumlusu, bu filmi destekleyenlerdir!

''X-MEN: FIRST CLASS'' FİLMİ


Bilim kurgu filmleri sevmememe rağmen bu filmi beğendim. Gayet sürükleyici, merak uyandırıcıydı. Filmin kurgusu gayet iyiydi. Ve ayrıca X Men' lerin gençliklerini görmek güzeldi.


X-Men: Birinci Sınıf (Özgün adıX-Men: First Class), Marvel Comics'in süper kahraman çizgi romanlarından sinemaya uyarlanan, Matthew Vaughn' un yönettiği 2011 yılında gösterime giren bilim kurgu filmdir.

marvel:harika, mucize; hayret uyandıran şey.





Konusu: X-Men efsanesinin başlangıcını anlatan film tarihin akışındaki dünyayı değiştiren olayları konu alıyor. Daha önce filmlerde düşman olan Profesör X ve Magneto, güçlerini yeni keşfetmeye başlamışlardır. Birbirlerinin düşmanı hâline gelmeden önce diğer mutantlarla beraber çalışarak dünyayı tehdit eden en büyük tehlikeyi durdurmaya çalışan bu iki yakın arkadaş arasında zamanla patlak veren anlaşmazlıkla birlikte Magneto Kardeşliği ve Profesör X'in X-Men'i arasında süregelen ezeli savaşın temelleri atıldığını konu almıştır.

Favorim James McAvoy, oynadığı rol olan Professor Charles Xavier / Professor X (telepat) ile aşağıda:



X-Men: First Class International Trailer 2 (OFFICIAL)




film replikleri= 

Dünyada tek olduğuma hiçbir zaman inanmamıştım. Tek farklı insanın ben olduğuna.

Toplumun seni kabul etmesini bekliyorsun ama daha sen kendini kabullenemiyorsun.

Naziler hakkında söyleyebileceğim tek olumlu şey yöntemlerinin sonuç getirdiği.

 Kusura bakma ama yarın dünyayı kurtarsak ve mutantlar olarak topluma kabul edilsek bile benim ayaklarım, senin de doğal maviliğin asla “güzel” olarak anılmayacak.

''Başımıza Gelenler'' Filmi


Tür: Komedi, Drama
Yapım Yılı: 2010 (114 dk)



tadında komedi, kısa ,abartısız sevimli bir film. oyunculuklar yeterli ve yerindeydi. 

bebek de çok tatlıydı :) izlemek için ideal romantik komedilerden biri, sıkılmadan 

eğlenerek izledim.


Konusu: Holly ve Eric, tek ortak noktalarının birbirlerine nefretleri ve vaftiz kızları Sophie’ye olan sevgileri olduğunu keşfederler. Ama, aniden Sophie’nin hayatta tek sahip olduğu ebeveynler olduklarında, farklılıklarını bir kenara bırakmak zorunda kalırlar. Yoğun sosyal hayatları devam ederken, aynı çatı altında yaşayabilmenin de bir yolunu bulmalıdırlar.






Filmin fragmanı:


26 Ocak 2013 Cumartesi

Geceden Sabaha...

25 Ocak Cuma gününü 26 Ocak Cumartesi gününe bağlayan gece saat 01:23 itibariyle durumum budur:





hafta sonu izlemeyi düşündüğüm filmler aşağıdadır:






şu an dinlediğim şarkı şudur:


ardından da gelen budur:



akabinde de budur:


24 Ocak 2013 Perşembe

ŞPXHQFTSXZJNKLMLŞÖŞHJV.........

kimseye güvenmeyeceksin bu hayatta
kimseye bel bağlamayacaksın
gözünde büyütmeyeceksin
samimiyetine inanmayacaksın
önce kendini sağlama alacaksın
kendi gönül rahatlığını düşüneceksin
sen senden geçtikten sonra kim değer verir sana
neye yararsın bu hayatta
uçaklarda denilmiyor mu tehlike anında önce kendi maskenizi takın sonra çocuğunuzunkini diye
sen kendini düze çıkarmadan başkasına nasıl yardım edeceksin
hadi yaptın diyelim
iyi bir insan oldun
maddi de destek oldun manevi de
ailenden birini de destekledin, çevrenden birini de
verdiğin maddi/manevi destek sonucu sen yük altında kalıyorsan, kıvranıyorsan
hakkın olan şey konusunda ricacı durumuna düşüyorsan
sıkıntı içinde olduğundan kendin olamıyorsan
günlerin verimli, güzel, huzurlu geçebilecekken hiç oluyorsa
kuyunun dibinden seslenmeye çalışman
karşı tarafı bir yandan da kırmamaya çalışman
yaptım bir güzellik sonuna kadar güzel kalsın diye yine yine yine sen debeleniyorsan
ve tüm bu ince düşünceler sebebiyle ACİZ duruma düşüp, EZİK muamelesi görüyorsan
ŞİKAYETÇİ statüsünde tam kadrolu kalıyorsan
bunun kime ne yararı var?
sen yapacağın iyiliği/yardımı/davranışı/güzelliği halis duygularla yapmış iken
'yapmasaydın o zaman' durumuna düşürülüyorsan
karşı tarafın davranışları sana 'keşke yapmasaydım' dedirtiyorsa
insanlardan kendini çekmek
benden uzak olsunlar demek
mümkün mertebe uzaklarda, KENDİ sıkıntılarını yaşamak istemez misin?..

23 Ocak 2013 Çarşamba

Erbain Çıkarmak ve Ocak Ayında Ölümler

Malum, 2013 Ocak ayı ölüm oranı itibariyle epey yüklü bir ay oldu.
''Ocak Ayında Ölenler'' başlıklı bir yazı hazırlayıp, bu ayda ölen ünlü isimlere yer vermeyi düşünürken, küçük çaplı yaptığım araştırma, kulak dolgunluğum olan ama net bilgiye sahip olmadığım bir konuya götürdü beni: ''Erbain Çıkarmak''.

Ocak ayında Metin Kaçan, Burhan Doğançay  Mehmet Ali Birand, Toktamış Ateş, Ahmet Mete Işıkara gibi ünlü isimler hayata veda etti. Bu durum, ''2013 yılı Ocak ayına özgü bir durum mu bu?'' sorusunu uyandırdı aklımda.

Tarihçi Mehmet Ö. Alkan' ın bu konudaki twitter paylaşımı şu şekilde:




Bu adreste yer alan bilgide ise şöyle diyor:

Erbain, 40 gün anlamına gelir. Hicrî takvime göre miladi takvimde 22 Aralıktan 31 Ocak günleri arasına rastlayan kırk günlük kış dönemi, halk arasında zemheri de denir.
İslam dünyasında, kırk günlük riyazat ve halvet olarak bilinen uygulamanın zamanıdır. Bu 40 günde maddî bağları azaltıp, mânevî tarafı kuvvetlendirmek için, kırk gün az yemek, az içmek, az konuşmak, az uyumak, çok ibâdet etmek gerekir. Buna çile de denir. Buna bağlı olarak bu çile iki şekilde olmaktadır çile-i merdanve çile-i zenan.
  • Çile-i zenan kadınların yaptığıdır ve kırk gün boyunca hiç bir şey yenmeden ve içmeden yapılır.
  • Çile-i merdan ise 40 gün boyunca kırk öküz kesilip bunlardan yapılan yahninin yiyilmesi ile yapılan çiledir, lakin bu çile sırasında su içilmez.

İlginç doğrusu...
Eskiler ne derse bilerek der, doğru der.
O halde ne yapalım? Erbain dönemini (21 Aralık-30 Ocak) güzel değerlendirelim; sağlıklı yaşadığımız her gün için Rabbimize şükredelim ve özellikle bugün yaşadığımız Mevlid Kandili gününü İnşaAllah layıkıyla değerlendirelim.

Bu vesileyle de HAYIRLI KANDİLLER...

CAM TAVAN SENDROMU

'Cam Tavan Sendromu', dahil olduğum bir farkındalık eğitimi toplantısında bir arkadaşım tarafından sözü edilen, ilk kez orda duyduğum ve ne olduğunu araştırmak için not aldığım bir tamlamaydı.
Araştırınca gayet ilgi çekici, gerçeği yansıtıcı, durum izahı yapıcı buldum.

Eminim çalışan kadınlar dünyasında, hele ki evliyse ve de evli-çocuklu ise, bu sendromu hisseden ve yaşayan kadın çoktur.
Bekar ve dolayısıyla çocuksuz olmama rağmen aşağıdaki yazıda okuyacağınız ''Çok ilginç ama aile kavramı, çocuk ve de özel hayattan beklentilerine daha çok önem veren kadın, birdenbire vazgeçip acaba neyi daha çok istiyorum diye kendine sormaya başlıyormuş.'' durumunu hissetmeye başlayalı epey oldu.
Bu nedenledir ki özel sektörden elimi ayağımı çekip, kariyer yapmaktan külliyen vaz cayıp, en kötü ihtimalle(!) devlet memuru olmak niyetindeyim. Devlet memuru olayım ki, maaş-sigorta-hafta sonu-çalışma saati derdim olmasın ve maaşım akmasa da damlasın; eşciğezime, çocukcağızlarıma rahat bir kafayla ve bedenle yarenlik edeyim.
Haa bu da olmaz ise, çok çok; maddi durumu iyi bir eş vasıtasıyla evimin hanımı, çocuklarımın anası olurum :)

   * Aşağıdaki yazı  Ege Life Dergisinde Meltem Onay' ın yazısıdır.


Cam tavan sendromu nedir ki?
Çalışan kadınların, belirli bir aşamadan sonra yükselmelerini engelleyen faktörlerin toplamına “Cam Tavan” ya da “Cam Tavan Sendromu” denilir. 
Düşünün ki, çok iyi eğitim almış ve çalışmalarınızla iş yerinizde takdirle karşılanıyorsunuz, üstelik senelerinizi de o işe harcamış, belki de sizin için çok önemli olan özel hayatınızdan bile feragat etmişsiniz ve bir terfi beklediğiniz anda adını tam olarak koyamadığınız nedenlerden dolayı istediğiniz terfiyi alamıyorsunuz.
Ne ilginçtir ki uzmanlardan bazıları diyor ki, bunun nedenlerinden biri, aslında kadının kendisiymiş. Yani kadın kariyer yapacağım diye çıktığı yola ilk taşı kendisi koyuyormuş. Neden mi?
Çok ilginç ama aile kavramı, çocuk ve de özel hayattan beklentilerine daha çok önem veren kadın, birdenbire vazgeçip acaba neyi daha çok istiyorum diye kendine sormaya başlıyormuş. Bunu anlayan tepe yöneticiler, kararlarını “terfiye gerek yoktur” diyerek alıyorlarmış. 
Daha ilginç olanı, “nasıl olsa kariyerinin bir noktasında ailesine zaman ayırmayı tercih edecek” şeklinde geliştirilen inanç, kadınların tabiatı itibariyle erkeğe göre daha az becerikli, başarılı olma ihtimali düşük, liderlik vasfı olmayan bireyler şeklinde ön yargıyla tanımlanıyormuş.
Tam başımı yolmaya hazırlanırken bir araştırma şirketi beni rahatlattı. Bu araştırma sonuçlarına göre kadın ve liderlik tarzları arasındaki farklar iki konuda belirgin olarak otaya çıkmış.
- Fonksiyon, süreç odaklı olmak/ Strateji odaklı olmak 
Kadınlar, liderlik tarzlarında erkeklere göre daha sonuç odaklı davranıyor. İşi organize etmek, süreçleri yapılandırmak. Yüksek performans kriterlerini belirlemek, iş hedeflerine ulaşılıp ulaşılmadığını sürekli kontrol etmek, zamanlamaya önem vermek ve sonuca dönük çalışmakta çok başarılı bulunmuş. 
Erkekler ise liderlik rolüne yaklaşımlarında “stratejik düşünme” anlayışını daha fazla ön planda tutuyorlarmış. Stratejik planlama ve vizyona önem verme, yeni fikirlere açık olma, daha kolay risk alabilme, entellektüel zenginlik, geçmişten ders alırken, gelecekteki iş fırsatlarını daha kolay görebilme de çok başarılı bulunmuş. 
Kadınlar, işe daha enerjik, yoğun yaklaşıyorlar ve çalışırken de duygularını daha rahat ifade edip, çalışma ekibinin motivasyonunu ve katılımını sağlamada daha başarılı oluyorlar ve de kadınlar üstelik daha empatik, samimi, candan, ilişkisini geliştirmede daha başarılı ve diğerlerinin kendilerini geliştirmelerine daha çok fırsat tanıyan bir yaklaşım sergiliyorlarmış. 
2000 yılında, yönetim literatüründe ilk defa “Cam Tavan Sendromu” denilen bu kavramla karşılaştığımda, “ülkemizde bu cam tavanı kıran kaç kadın vardır ve bu cam tavanı kırmak için neler yapmak gerekir” demiştim. 
Başlangıç noktası bu iki soruydu ancak bu konuyla ilgili tanıştığım kadınları anlamaya, hissetmeye başladıkça, aslında başarının arkasındaki temel faktörleri de anlamaya başlamıştım. 
“Cam Tavanı Kıran 100 Türk Kadını” isimli kitabımda, mesleklerinde ilk olan kadınlarla konuştum. Onlar heyecanla kendilerini, ideallerini, hayallerini, ailelerini anlatırken, ben de aynı coşkuyu ve heyecanı onlarla yaşadım. 
Bu kadınlardan birisi ülkemizde ilk kadın spiker olarak tanınan Jülide Gülizar ’dı. 70 yıl öncesinin Türkiye’sinde Adana’nın bir köyünde yaşarken, onun ne kadar isyankar biri olduğunu kaç kişi biliyordu acaba? Evet, Jülide Gülizar bir gün yer sofrasında ailesiyle birlikte yemek yerken, babasının sözüyle irkilmişti. Babası onun yemek yemediğini fark etmiş ve neden yemediğini soruyordu. Gülizar, aynı sofrada kendisiyle birlikte yemekte olan ağabeyini göstererek: “O da yemiyor ama” demişti. Bunun üzerine babası: “O, benim soyumu devam ettiren oğlum, her şeyi yapabilir” dediğinde, masada bulunan su maşrapasını eline alan Gülizar hiç düşünmeden babasının kafasına atmış ve “Sana söz veriyorum ki, ölünceye kadar soyadını kullanmayacağım” demiştir. Bu sözleri söylediğinde de, yedi yaşındaydı. Yıllar sonra ülkemizdeki ilk kadın hukukçulardan, ilk kadın sendikacılardan biri olma ünvanına sahip olan Gülizar’ın hayatında babasının rolü çok büyüktü. Çünkü bütün bu yerlere girerken babası hep yanındaydı… 
Bu olay cam tavan kırmanın ülkemizde ve dünyada ne kadar zor olduğunu bize bir kez daha hatırlatmıştır umarım… 
Şimdi diyebilirim ki; cam tavan kırılabilir mi, EVET kırılabilir. Nasıl mı? 
Kadın isterse...

22 Ocak 2013 Salı

''Celal ile Ceren'' Filmi




BERRRRBAT BİR FİLM.
BOL KÜFÜRLÜ,
SEVİMSİZ,
YAPMIŞ OLMAK İÇİN YAPILMIŞ,
VERİLEN PARAYA VE HARCANAN ZAMANA DEĞMEYEN,
KADINLARI AŞAĞILAYAN,
BENCE BOLCA TEPKİ ALMASI GEREKEN,
KADINLARA DAİR YAPILAN BOL KÜFÜRLÜ, AŞAĞILAYICI, KADINI SEX ALETİ GİBİ GÖSTEREN,
SEXİN İKİ TARAFLI, HEM KADINDAN HEM DE ERKEKTEN OLUŞTUĞUNU UNUTUP, KADINLARI ''SEX YAPILAN META'' GİBİ GÖSTEREN,
NE HAZİNDİR Kİ BU AŞAĞILAYICI TEMAYA RAĞMEN SALONDA EN FAZLA KADINLARIN GÜLME SESLERİNİ DUYDUĞUM,
İZLERKEN UTANDIĞIM,
ŞAHAN' DAN NEFRET ETTİĞİM,
EZGİ MOLA' YI BEĞENİRKEN BU FİLMLE BERABER SOĞUDUĞUM,
NEDEN BU VASIFSIZ FİLMDE OYNADIĞINI ANLAMADIĞIM,
KEŞKE SADECE SIKICI OLSAYDI DA BÖYLE BAYAT Bİ FİLM OLMASAYDI DEDİĞİM Bİ FİLM OLDU.
GİTMEYİN,
PARA VERMEYİN,
ZAMANINIZI HARCAMAYIN,
DESTEK ÇIKMAYIN,
VE HATTA MÜMKÜNSE KINAYIN!

Gitmesek de Görmesek de O Köy Bizim Köyümüzdür :)

5 Ocak 2013 Cumartesi günü büyük bir hevesle köye yollandık.
Niyetim anneşimi mutlu etmek, köydeki evimizde karlı dağlara, karın altındaki ağaçlara ve yeşilliğe bakarak, doğayla hemhal olarak güzel bir geçirmekti.
Ne yazık ki kar yağışı yolu tıkayınca, yerler buz kesince eve varamadan yolun 3/4' ünü kat etmişken döndük.
Bunun üzerine köyümüze değil ama Coşandere' ye gittik. Anneme farklı bir gün -her gün evde duran bi kişi kafayı yer- geçirmek için her yol mübahtı ne de olsa. Annemin buna hiiiiç itirazı yoktu :)
Coşandere tesisindeki sıcacık içilen ezogelin ve lahana çorbalarının ardından yenilen alabalıkların tadı enfesti.











































Aşağıdaki foto da eşantiyon olsun. Sevgili Deniz' in Doğum Günümde yolladığı ojeyi sürdüm günün sonunda.